“Katlanamadığım bir şey varsa, o da ucuz çarşaflardır”
Bolivya’da değişmekte olan bir toplumsal düzenin temsilcilerinden bir ailenin hikâyesi.
Hemen tamamen bir zengin evinin içinde, bahçesinde ve çatısında geçen film radikal bir biçimde değişmekte olan bir toplumda bir beyaz aile ve hizmetlilerinin birkaç günü üzerinden hem çökmekte olan bir eski düzeni hem de yaklaşmakta olan bir yeni düzeni sakin bir anlatımla karşımıza getiriyor.
Film hemen hepsi tek bir planda ve yavaş bir şekilde ama sürekli (ve genellikle de dairesel) hareket eden bir kamera ile çekilmiş sahnelerden oluşturulmuş. Adeta kamera evin içine sessizce girmiş ve onun varlığından habersiz normal günlük hayatlarını yaşayan bireyleri kayıt altına almış gibi. Kamera her bir sahnede turunu atarken ilk bakışta bir aile içinde geçen ve sadece o aile için bir anlam taşıyabilecek küçük olayları aktarıyor gibi görünüyor. Sanki dışarıda başka bir hayat yokmuş gibi görünebilir, özellikle de kapının eşiğinden ileri gitmeyen kamera nedeni ile. Oysa film küçük imalar, görüntüler ve sahneler aracılığı ile dışarıda bir şeylerin olmakta olduğunu altını çok da çizmeden söylüyor sürekli.
“Dışarısı” ve orada olan bitenle ilgili ve çoğunlukla belirsiz imalar sık sık karşımızda filmde. Filmin sonunda evin içindeki tüm bireylerin evin farklı pencereleri önünde cama dayalı bir şekilde dışarıyı seyretmeleri ve yaklaşmakta olan “şeye” bakmaları gibi sembolik karelerin yanında, okunan bir gazetenin ön sayfasındaki Morales fotoğrafı, evi satın almayı teklif eden yerli kadın, isyanını yavaş yavaş ortaya çıkarmaya başlayan hizmetli üzerinden yükselen yeni düzeni; hem maddi durum hem ilişkiler açısından aileyi bir arada tutmaya çalışan anne, sorumsuz genç ve normların dışındaki bir ilişki içindeki genç kız üzerinden çökmekte olan eski düzeni hatırlatıyor bize. Gizlice hanımının banyosunu, bornozunu ve kremlerini kullanan uşak bu değişimin biraz fazla sembolik olsa da en açık göstergelerinden biri.
Tüm bireylerinin bir şekilde bir dengesizlik içinde olduğu ailede en sağlam karakter ailenin sanatçı ruhlu küçük oğlu sanki. Sürekli sorguluyor ve hizmetliler ile en dürüst ilişkiyi o kuruyor gibi. Onun ilişkisi diğerlerine göre daha dürüst çünkü bir üstün kişinin alttakine gösterdiği gibi bağlılığa ve biat etmeye dayalı bir yaklaşım değil onunki. Özetle bir lütuf gösterme üzerine değil, eşitliğe dayalı bir yaklaşım onun gösterdiği. Bu beyaz aile ve yerli hizmetçilerin yanısıra melez karakterler de var filmde ve bize beyazların yerlileri ve her ikisinin de melezleri daha altta gördüğü hatırlatılıyor zaman zaman. Annenin biz de bu ülkenin yerlisi değil miyiz diyen çocuğuna sarfettiği “Sen de yerlisin ama üst sınıftan bir yerlisin” sözleri filmde yaklaşmakta olan değişimin sadece ırk tabanlı değil sınıf tabanlı da olabileceğini göstermesi açısından önem taşıyor.
Oyuncular için zorlayıcı bir tercih olan tek planlı çekimlerde tüm kadro bu zoru başarıyor ve doğal oyunculukları ile bir ailenin günlük hayatını tam da olduğu gibi getiriyor karşımıza. Burada küçük oyuncu Nicolás Fernández ayrıca dikkat çekiyor. Yönetmenin varlığını doğrudan hissetirdiği çok az sahne var ve burada özellikle bir yerlinin cenaze töreninden beyazların evdeki partisine yapılan kesme dikkat çekerken, sahnenin altının nadir olarak çizildiği anlardan biri oluyor. Evin satılması için teklif yapılması ve uşağın kendisine bağırılmasına karşı çıkışı sahneleri de bir şekilde tüm filmin özeti yerine geçebilecek başarılı anlara sahip.
Sonlardaki toplu yemek sahnesi ile belki de bir uzlaşma ve biraradalık umudunu aktaran film, anlatılır gibi görünen hikâyesine değil bu hikâyenin sembolize ettiklerine odaklanılması gereken çalışmalardan. Sonuçta filmde aslında olan biten bir şey yok diye düşünmek mümkün çünkü. Değişimlere ilgi duyanlar için ve belki biraz fazla sembolik ama gerçekçi ve akıl dolu bir film.
(“Southern District” – “Güney Bölge”)