Lo Sceicco Bianco – Federico Fellini (1952)

“Hayat bir rüyadır. Ne var ki bazen rüyalar dipsiz bir uçuruma dönüşür, dipsiz bir uçuruma!”

Balayı için Roma’ya gelen bir çiftin, kadının hayranı olduğu fotoroman yıldızı ile tanışmak için ortadan kaybolması ile yaşadıklarının hikâyesi.

Senaryosunu Michelangelo Antonioni, Federico Fellini ve Tullio Pinelli’nin hikâyesinden Fellini, Pinelli ve Ennio Flaiano’nun yazdığı, yönetmenliğini Fellini’nin yaptığı bir İtalya yapımı. 1951’de Alberto Lattuada ile birlikte yazıp yönettiği “Luci del Varietà” (Varyete Işıkları) adlı film bir kenara bırakılırsa, bu ilk yönetmenliğinde Fellini sonradan filmografisinin karakteristik özellikleri olacak fantezi unsurları başta olmak üzere kendisine has sinemanın ilk örneğini de ortaya koyuyor. Bizde 1960 ve 70’li yıllarda oldukça popüler olan fotoroman kültürü ve sonuçları üzerinden ilerleyen hikâye, hayatın sıkıcı gerçekleri karşısında fotoromanların araçlarından biri olduğu fantezi dünyasına sığınan bir kadın ve onun yeni evlendiği kocasının balayı için geldikleri Roma’da yaşadıkları eğlenceli maceraları anlatırken, özellikle koca rolündeki Leopoldo Trieste’nin sağlam performansı ile dikkat çekiyor. İtalyan kültürü ve aile ilişkilerinin de ana temalarından biri olduğu yapıt, Fellini’nin sonraki başyapıtlarının taslağı görünümünde olsa da, her sinemaseverin görmesi gereken bir film.

İki yüze yakın film için yazdığı müziklerle tanınan ve başta Fellini yapıtları olmak üzere İtalyan sinemasının pek çok başarılı yapıtında besteci olarak imzası bulunan Nino Rota’nın tam da bir Fellini filmine yakışan türden müziğinin eşlik ettiği bir görüntü ile açılıyor film. Çöl benzeri bir alanda atının üzerinde duran bir adam ve direkler üzerine oturtulmuş ve rüzgârda uçuşan bir brandadan oluşturulan bir gölgeliği görüyoruz bu karede. Rota’nın bir sirk eğlencesinden güçlü bir dram havasına uzanan vurgulu melodileri eşliğinde akan jenerikten sonra Roma’ya gelen bir trenin görüntüsü ile açılıyor film. Wanda Giardino (Leopoldo Trieste) ve Ivan (Brunella Bovo) yeni evli bir çifttir ve kocanın hazırladığı ve her dakikası belli plana göre Ivan’ın akrabaları ile görüşecekler, Papa’nın huzuruna çıkacaklar ve hızlı bir Roma turu yapacaklardır. Bir fotoroman karakteri olan olan Beyaz Şeyh ve onu canlandıran Fernando’ya (Alberto Sordi) hayran olan Wanda’nın tek derdi ise bu yıldızla tanışmak ve hazırladığı hediyeyi vermektir. Kadın kocasına fark ettirmeden otelden kaçıp Fernando’yu bulmaya gider ama olaylar onun planladığı gibi gelişmez ve sonuç özellikle Ivan için hayli sıkıntılı olan bir macera olur.

İstasyondaki gürültülü kaos Fellini’nin filminin İtalyan kültürü ile ilgili ilk eğlenceli saptaması oluyor. Yüksek sesle ve hep bir ağızdan konuşan halkın eğlenceli karmaşası sonradan Ivan’ın akrabalarının olduğu sahnelerde de kendisini gösteren bir Akdenizli havası olarak çıkıyor ortaya. Bizde de rahatlıkla benzerini görebileceğimiz kaotik ve fazlası ile samimi olan yakınlıklar üzerine kurulu bu ilişkiler hikâyenin en güçlü komedisinin de kaynağı oluyor. Ivan’ın, karısı ile tanışmak isteyen akrabalarını oyalama çabası bu karakteri canlandıran Leopoldo Trieste’nin parlak oyunculuk gösterisi ile filmin kesinlikle en güçlü silahı; Trieste, Metin Akpınar’ı hatırlatan mimiklerle karakterinin heyecanlı yapısını ve telaşını çok çekici bir güldürünün vazgeçilmez bir malzemesi yapmış kesinlikle. Kendisini oyun yazarı olarak gören ve film için deneme çekimlerine hayli tereddütlü giden Trieste’nin varlığının sağladığı katkı o denli önemli ki iyi ki yenmiş bu tereddüdünü diye düşünmemek mümkün değil.

Başta filmi senaristlerinden Antonioni’nin çekmesi düşünülmüş ama onun ret etmesi üzerine Fellini üstlenmiş yönetmenliği. Açıkçası Antonioni’nin nasıl bir sonuç ortaya koyacağını merak etmek hiçbir sinemaseverin kaçınamayacağı bir duygu ama hikâye ondan çok Fellini’ye yakışıyor. Burada fantezi hikâyeye egemen değil ve asıl olarak fotoroman dünyası üzerinden üretiliyor ama karakterlerin sözleri, eylemleri ve yaratılan atmosfer kesinlikle Fellini’nin dünyasına ait. Ayrıca Beyaz Şeyh ile ilk kez tanıştığımız sahnenin -en azından baştaki- fantastik havası da destekliyor bu yargıyı. Adeta gökyüzünün boşluğuna asılı bir salıncakta sallanan adamı gördüğünde bir mucizeye tanık olmuş gibi hayranlık ve şaşkınlık içinde kalıyor Wanda adındaki kadın. Beyaz Şeyh’in salıncaktan yeryüzüne atladığı sahne yıllar sonra bir başka Fellini filminde (“Amarcord”, 1973) karın tadını çıkarmakta olan halkın şaşkın bakışları arasında bir kasabanın meydanına iniveren tavus kuşunu hatırlatacaktır has bir sinemasevere. Filmin Felliniyen başka sahneleri de var; bunların birinde Ivan adlı kahramanımız koşarak çalan bir bandonun ortasında buluyor kendini ve etraftaki halkın da alkışlayarak ve koşarak bandoya eşlik etmeleri Fellini’ye bir parça bile aşina olanların bile hemen yönetmenini tanıyabileceği bir sahne yaratıyor.

Hikâye bir zamanlar İtalya’da çok popüler olan fotoroman kültürü ile de bolca geçiyor dalgasını. Çekimlerin gerçekleştirilmesine tanık olduğumuz sahnelerden senarist kadına ve elbette Beyaz Şeyh karakterine bu kültürün ögelerini eğlenceli bir şekilde gösteriyor bize Fellini. Wanda’nın içinde kaybolmaya hazır olduğu bu fantastik dünyanın kısa süreli de olsa bir parça olması ve hatta bir yelkenli kayıkta küçük bir macera yaşaması popüler kültürün, alıcısını nasıl baştan çıkardığının alçak gönüllü bir eleştirisi oluyor hatta. Çekimlerdeki oyuncuların pazarladıkları kültürden farklılıkları ve özellikle şeyhin, yarattığı karakterin tam tersi bir insan olması bir yandan güldürürken, bir yandan da temel olarak gösteri dünyasının ikiyüzlülüklerini hatırlatıyor.

Fellini’nin 1957 yapımı “Le Notti di Cabiria” (Cabiria’nın Geceleri) filmini bilenler için bir de sürpriz var filmde. Ivan’ın, karısının peşinde kendisi Roma’nın sokaklarına attığı bir sırada karşısına çıkan iki sokak kadınından birinin adı Cabiria ve yönetmenin eşi olan ünlü oyuncu Giulietta Masina’nın canlandırdığı bu karakterin göründüğü sahne Fellini’ye 1957’deki filmin hikâyesini yazmak için de ilham vermiş. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında bir süre ülkedeki Amerikan askerlerinin karikatürünü çizerek hayatını kazanan ve fotoroman dünyasının da içine girmiş olan Fellini’nin kendisini rahat hissettiği belli olan bir hikâyeyi anlattığı belli olan film, Ivan’ın akrabalarının göründüğü sahnelerde de deli dolu havasını sürdürerek seyircinin ilgisini canlı tutuyor. Orson Welles’in en sevdiği Fellini filmi olan yapıt, yönetmenin sonraki yapıtlarına ısınma çalışması olarak görebileceğimiz alçak gönüllü bir eser. Komedisinin temposu bazen düşüyor ve her zaman da yeterli bir güce sahip değil mizahı ve eleştirisi açısından ama “şeyhimizi” bir hayal dünyasında değil, gerçek hayatta aramamız gerektiğini hatırlatan ama bu farklı dünyalardan birini de mutlak olarak önermeyen film yine de kesinlikle ilgiyi hak eden bir çalışma.

(“The White Sheik” – “Beyaz Şeyh”)

(Visited 151 times, 3 visits today)

“Lo Sceicco Bianco – Federico Fellini (1952)” için 2 yorum

  1. Bu filmi 20 yıl aradan sonra bugün tekrar seyrettim. Çok tatlı bir filmdi. Aylaklar (I Vitelloni) ile birlikte en sevdiğim iki Fellini filminden biri. Ve her iki filmde de Leopoldo Trieste ve Alberto Sordi var 🙂 Fellini’nin sonraki dönem sürrealist veya gösterişli filmlerinden çok daha samimi, çok daha sempatik filmler bunlar. Keşke mubi, HD olarak yayınlasaydı…..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir