“Anneniz yakında iki çocuk ve bir köpek doğuracak”
Dış dünyaya hemen tamamen kapatılmış bir evde büyütülen üç gencin hikâyesi.
Gösterilenlere değil, onların neden gösterildiğine ve her gösterilenin aslında neyin sembolü olduğuna odaklanılması gereken filmlerden. Farklı okumalara açık ve bu anlamda seyredeni boğma riski de taşıyan ama bu tuzağı ustalıkla geçmeyi bilen, etkileyici bir film.
Hiç görmedikleri dış dünyaya çıkmaları yasaklanmış ve yıllardır bu şekilde yaşayan biri erkek ikisi kız üç kardeşin tüm dünyalarının ebeveynleri tarafından tanımlanmış olması ve tüm kelimelerin, kavramların ve kuralların onlar tarafından belirlendiği ve onların doğrularının geçerli olduğu bir dünyada kısıtlanmış ve korunaklı sürdürdükleri hayatın nelerin sembolü olduğu, üzerine uzun uzun düşünülebilecek bir konu. Film anlattığı veya anlatıyor göründüğü gibi doğrudan ailenin bir kurum olarak incelemesi olarak da ele alınabilir veya daha genel olarak bir toplumun yönetiminin alegorisi olarak da görülebilir ama sonuçta altını çizdiği çok temel bir saptaması var; insanların gerçek ve doğru olarak algıladıklarının iktidar sahipleri tarafından belirlenmiş ve tasarlanmış olduğu ve bu iktidarın mutlak olduğu ortamlarda tüm kavramların nasıl manipüle edilebileceği. Dış dünyanın (diğer insanların, diğer seçeneklerin ve aslında belki de özgürlüğün) “tehlikelerinden” korkutarak ve manipülasyonlarla “korunan” insanların nasıl bu iktidarın mutlak egemenliği altına girebileceğini (ve aslında günümüz dünyasında girmiş olduğumuzu) oldukça etkileyici bir sinema dili ile anlatan film bu bağlamda başlangıçta seyirciyi zorlayan ama hikâye ilerledikçe taşların yerine oturduğu ve çarpıcı bir sonuca sahip başarılı bir çalışma.
Aldatıldıklarını, korkutulduklarını ve kısıtlandıklarını unutursanız gayet rahat ve keyifli bir hayat sürüyor gibi görünen gençler garip oyunlar oynadıkları, sürekli yarıştıkları ve kendi bireysel özgürlüklerinin ve hatta genel olarak özgürlüğün farkında olmadıkları bir hayatı sürdürüyorlar. Yönetenlerin yönetilenleri korkuttuğu her ortamda olduğu gibi asla söylenenlerin dışına çık(a)mıyorlar ve kurallara bilerek veya bilmeyerek ama çoğunlukla insan olmanın sağladığı içgüdülerin sonucu olarak her karşı çıktıklarında şiddet ile cezalandırılıyorlar. Otoriteye biat etmek tek hayat şekli burada; gücünü nereden alırsa alsın, din, silah veya başka herhangi bir araç, her türlü otoritenin arzu ettiği bir durum. Tüm otoriteler gibi özgürlüklerini ellerinden aldıkları insanlara aslında bunu onların iyiliği için yaptığını söyleyerek üstelik.
Başkalarının ve elbette aslında bir otoritenin tasarladığı bir özel dünya ne kadar ayakta kalabilir ve bireyin içinde yer alan özgürlük ve kendi gerçeğini bulma arzusu sonsuza kadar bastırılabilir mi? Film bu konuda mutlu sonla biten bir cevap vermiyor ama, işte gizli seyredilen bir kaset veya bahçeye gizlice giren bir kedi aracılığı ile, yasaklanan dünyanın bir şekilde “içeriye” sızacağı konusunda bir umut veriyor seyredene yine de.
Sinemasal açıdan bakıldığında bu çarpıcı film dikkati çeken pek çok özel sahneye sahip. “Köpek dişi” veya cezalandırma gibi seyri zor sahnelerin yanısıra absürtlüğün çekinmeden kullanıldığı “havlama” sahnesi, “Fly Me to the Moon” şarkısının sözlerinin çarpıtılarak çevrilmesi veya arzusunu, isyanını ve özgürlük talebini nasıl dile getiremeyeceğini bilen bir genç kızın histerik dansı bu özel anlardan sadece birkaçı. İnandırıcı olma yolunda ince çizgiler üzerinde yürüyen bir senaryodaki rollere can vermek hayli zor ama tüm kadro rollerinin hakkını veriyor ve özellikle gençler vücut dilleri ile zaman zaman epik tiyatro örneği olarak nitelendirilebilecek bir tarzı önümüze getiriyorlar. Baba rolündeki Christos Stergioglou otorite olarak ve nerede ise hiç mimiklere başvurmadan verdiği “soğuk” oyunu ile rolünü iyice çarpıcı bir hale getirmiş.
Özellikle başlangıcı ile seyircisinde sabır ama daha da önemlisi katılım talep eden o kendine özgü filmlerden. Kimi anları ile “The Truman Show, “Being There” ve “1984” filmlerini de hatırlatan bu özgün bakışlı film özgürlüğün ve gerçeğin şu ya da bu şekilde bir gün mutlaka ortaya çıkacağını ve asla yok edilemeyeceğini söylüyor. Umarım öyledir çünkü bir yandan da otoritenin iktidarını veya kendi yarattığı gerçekliği korumak için hangi uç noktalara gidebileceğini yüzümüze çarpmaktan da geri durmuyor. Korkutucu.
(“Dogtooth” – “Köpek Dişi”)