L’âge des Ténèbres – Denys Arcand (2007)

lagedestenebres

“Uyan artık Jean-Marc Leblanc. Bu hayatta ne başardın sen?”

 

Quebec’li bir adamın sıkıcı hayatından kaçmak için sığındığı fantezilerin ve mutlu olmak için harcadığı çabaların hikâyesi.

 

Sıkıcı bir iş, sıkıcı bir özel hayat, etrafta baş edilmesi mümkün olmayan bir monotonluk, mekanikleşmiş ilişkiler ve umursanmama. Denys Arcand’ın “Le Déclin de L’empire Américain” ile başlayıp “Les Invasions Barbares” ile süren üçlemesinin son parçası olan film diğerleri ile kıyaslandığında oldukça depresif bir atmosfer içindeki bir adamı anlatıyor ama sonu ile bir umut da öngörüyor. Tabi eğer bu son da bir fantezi değil ise.

 

Sürpriz bir rolde Rufus Wainwright’ın iki güzel opera eserini seslendirdiği film katlanılamayan gerçek hayat ile bu hayattan kaçmak için sığınılan fanteziler arasında gidip gelen bir çalışma. Kahramanının çıkışsızlığına ve bu çıkışsızlığa neden olan unsurlara odaklanmak ile tek kaçış noktası olan fantezilere odaklanmak arasında kalmış gibi görünen film bu iki dünya arasında ve bazen monotonluğa neden olacak şekilde gelip gidiyor. Gerçek dünyanın soğukluğunun etkisini azaltan bir durum bu ve bazen keşke tüm bu fanteziler olmasaydı diye de düşünmenize neden olabiliyor. Bunu bir kenara koyarsak, film oldukça parlak anlar da içeriyor aslında; sigara yasağından kaçış ile ilgili bölüm, “zenci” kelimesi üzerinden politik doğruculukla dalga geçen sahne, gelişmiş ülkelerin bürokrasi çarklarında ezilen küçük insanlar ve beyaz yakalıların dünyasındaki saçmalığa varan motivasyon örnekleri.

 

Kahramanın tek gerçek sevgi dolu ilişkisinin artık ilişki kurulması pek mümkün olmayan yaşlı annesi ile olması “çökmekte olan toplum ve yok olan insan ilişkileri” üçlemesinin bu son parçasını iyice depresif kılan bir durum. Filmin son bölümünde Wainwright’ın içe dokunan yorumu ile seslendirdiği şarkı eşliğinde son fanteziye de veda edilirken, sığınılan okyanus kenarındaki baba evinin “gerçekliği” bir soru işareti olarak kalıyor. Yine de kızları ve eşi ile arasında yüksek duvarlar olan ve umursanmamazlığın kahrediciliğini yaşayan adamın birkaç saniye için de olsa iletişim kurabilmesi ve okyanusun o bir şeyler vaat eden uçsuz bucaksızlığı bir umut işareti de veriyor. Marc Labrèche’in dengeli bir oyun ile farklı ruh hallerini başarı ile yansıttığı film fantezilerden sıyrılıp sadece karanlığa odaklansaydı ne iyi olurdu düşüncesine götürüyor seyredeni. Hayat son donan karedeki natürmort gibi mi acaba; güzel olduğunda bile ölü ve erişilemez.

(“The Age of Ignorance” – “Karanlığın Gölgesinde”)

Eggs – Bent Hamer (1995)

eggs

“Konrad’ın yumurtalarına ne yaptın Moe?”

 

70’li yaşlarında iki kardeşin ıssızlığın ortasında ve kar altında yaşadıkları evlerine gelen bir oğul ile birlikte değişen dünyalarının hikâyesi.

 

Festivallerin müdavimlerine kendini sevdirecek türden bir film; garip ama sevimli karakterler, sakin akan ve aslında olmayan bir hikâye ve sürpriz bir son. İşte o küçük ve sevimli Kuzey Avrupa filmlerinden biri.

 

Küçük ve sakin dünyalarında sessizce yaşayan iki kardeşin, uzun süredir hiç değişmemişe benzeyen günlük rutinleri içinde akıp giden hayatlarını buna çok uygun bir sinema dili ile aktaran film hemen tamamı sabit kamera ile çekilen ve tıpkı resmettiği hayatlar gibi sürprizsiz sahneler içeriyor. Televizyon seyreder gibi radyo karşısına geçen, nefes almak kadar sıradanlaşmış alışkanlıkları olan kardeşler söz konusu burada; musluktan su içme, piyango bileti, hava durumunun takibi, karşılıklı birbirini teyit eden ama yeni bir şey söylemeyen cümleler, küçük şeyler üzerinden kurulan uzun ve sıradan diyaloglar. Kardeşlerden biri daha çocuksu, diğeri daha ciddi ama anlaşılan çok uzun bir süredir içinde bulundukları bu birlikteliğe inanılmaz bir uyum getirerek yaşıyorlar. Ta ki Conrad gelene kadar.

 

Bir bölümünde nerede ise hiç diyalog olmayan, zaman zaman araya giren ara yazıların hareket(!) kattığı film küçük esprili anları ile ilgiyi ayakta tutmayı başarıyor; aya inişi anlatan bir programın ses bandı ile tekerlekli sandalyedeki Konrad’ın arabadan indirilmesinin görüntülerinin eşleştirilmesi gibi. İki başrol oyuncusunun inandırıcılığın doruğunda gezinen oyunculukları ve baştaki ve sondaki çok kısa sahneler dışında hiç evin dışına çıkmamasına rağmen keyifli mizansenleri bulmayı başaran kamerası ile başarılı bir film. Elbette her ruha uygun bir film değil karşımızdaki ama “bir ortamda fazla olduğunu hissetmenin” hüznünü başarılı bir şekilde getiriyor karşımıza.

(“Yumurtalar”)

Quinceañera – Richard Glatzer / Wash Westmoreland (2006)

quinceanera

“Çünkü o herkesi seviyor ve kimseyi yargılamıyor”

 

Quinceañera (Latin Amerikalı kızların 15. yaş günü töreni) zamanı gelmekte olan genç bir kızın bu kadınlığa geçiş töreninden önce kadın olmasının başlattığı olayların hikâyesi.

 

Bu törenler için popüler olan müzik eserlerinden biri de Aida operasındaki Zafer Marşı imiş. Gerçekten de bir sahneye giriş yapmak için ideal bir müzik. Film ise bu büyük ve iddialı opera eserinin aksine küçük ve alçak gönüllü bir çalışma.

 

Los Angeles’ta yaşayan ve günlük hayatları kendi aralarında konuşurken de İspanyolca ve İngilizce dillerinin karışımı ile geçen bir Latin topluluğunda bu geleneksel tören üzerinden, sevgi, büyüme, sorumluluk, gelenekler ve yoksulluğu karşımıza getirmeye çalışan film bu çabasını belki biraz fazla iyimser bir tonda da olsa samimiyet ile yapıyor. Oyuncuların rahatlığı ve sakinliği ve diyalogların doğallığı da bu samimiyet duygusunun bize geçmesini sağlıyor. Yine de bu fazlası ile iyimser tarz bize sorunları hatırlatan ama bu sorunları sanki çok da dert etmememizi söyleyen bir hava taşıyor. Daha güçlü olanların diğerlerini yerlerinden edebildikleri, cinsel olarak sömürebildikleri, bireylerin sorumluluklarından rahatça kaçabildikleri, kıyafet ve erkekler dışında konuları olmayan genç kızların yaşadığı bir dünyada sorunları dert etmemek için gerçekten mucizelerin olması veya sahte mucizelere inanmamız gerekiyor. Adı Magdelana olan genç kızın bakire ve hamile olmasının Tanrının mucizesi oılduğuna inanmayı tercih eden baba gibi.

 

Ozon filmlerinde olduğu gibi alternatif bir aile oluşturma çabasını da içeren film masallara da ihtiyaç var diyor bir anlamda ve sevgiyi, hoşgörüyü ve birlikte mücadeleyi övüyor.

(“Bakire ve Hamile”)

All the Little Animals – Jeremy Thomas (1998)

“Her gece büyük çimen ormanlarında kendimi küçük bir yaratık olarak görüyorum”

 

Zeka özürlü bir gencin kaçtığı sevgisiz bir ortamdan sonra kendini ve dünyayı keşfettiği yeni dünyasının hikâyesi.

 

Dramatik bir aile filmi havasında başlayan ama son bölümlerinden itibaren gerilim ve şiddet dozu ağır basan hikâyesi ile farklı bir yöne giden bir film bu. Christian Bale ve John Hurt’un hem bireysel olarak başarılı oyunculukları hem de sinemadaki sıradışı ikililerden bir örneği uyumlu bir şekilde canlandırmaları filmin en kayda değer yanlarından biri. İkinci olarak filmin kendisini doğaya ve doğadaki tüm yaratıklara, özellikle de küçük olanlarına bir güzelleme olarak konumlandırması dikkat çekiyor. İngiltere’nin Cornwall bölgesinin doğa görüntülerini ve geniş kırlık alanlarını hikâyenin parçası yapmayı başaran filmin insanların birbirine, hayvanlara ve doğaya yaptıklarına karşı alçak gönüllü bir manifesto olduğunu da söylemek mümkün. Genç kahramanın kendi kısıtlanmış çerçevesini bir parça da olsa genişletebilmesinin ve arkasında bir beklenti olmadan sevmeyi ve vermeyi öğrenmesinin doğa ve hayvanlar ile bütünleşmesinden sonra olması da bunun en belirgin delili filmde.

 

Filmin eleştiriye açık iki temel yönü var. İlk bölümündeki sıcak anlatımın dikkate değer bir orijinallik içermemesi ve bence ikinci yarısında pek de gerekli olmayan sertliği. Özellikle ikinci bölümde senaryo hikâyenin sürecinden ziyade hedefine odaklanarak inandırıcılığı zorluyor ve bu da filmi zedeliyor. Yine de ilk bölümün melodrama veya abartıya kaçmadan ve bu bağlamda Bale’in başarılı oyunculuğu ile desteklenen bir samimiyet duygusunu geçirmeyi başardığı ve ikinci bölümün bu beklenmeyen sertlikle filmin mesajının altını çizdiği söylenebilir. “Her esinti toprağın fısıldanan bir hikâyesidir” diyebilenler için.

(“Tüm Küçük Hayvanlar”)