“Uyan artık Jean-Marc Leblanc. Bu hayatta ne başardın sen?”
Quebec’li bir adamın sıkıcı hayatından kaçmak için sığındığı fantezilerin ve mutlu olmak için harcadığı çabaların hikâyesi.
Sıkıcı bir iş, sıkıcı bir özel hayat, etrafta baş edilmesi mümkün olmayan bir monotonluk, mekanikleşmiş ilişkiler ve umursanmama. Denys Arcand’ın “Le Déclin de L’empire Américain” ile başlayıp “Les Invasions Barbares” ile süren üçlemesinin son parçası olan film diğerleri ile kıyaslandığında oldukça depresif bir atmosfer içindeki bir adamı anlatıyor ama sonu ile bir umut da öngörüyor. Tabi eğer bu son da bir fantezi değil ise.
Sürpriz bir rolde Rufus Wainwright’ın iki güzel opera eserini seslendirdiği film katlanılamayan gerçek hayat ile bu hayattan kaçmak için sığınılan fanteziler arasında gidip gelen bir çalışma. Kahramanının çıkışsızlığına ve bu çıkışsızlığa neden olan unsurlara odaklanmak ile tek kaçış noktası olan fantezilere odaklanmak arasında kalmış gibi görünen film bu iki dünya arasında ve bazen monotonluğa neden olacak şekilde gelip gidiyor. Gerçek dünyanın soğukluğunun etkisini azaltan bir durum bu ve bazen keşke tüm bu fanteziler olmasaydı diye de düşünmenize neden olabiliyor. Bunu bir kenara koyarsak, film oldukça parlak anlar da içeriyor aslında; sigara yasağından kaçış ile ilgili bölüm, “zenci” kelimesi üzerinden politik doğruculukla dalga geçen sahne, gelişmiş ülkelerin bürokrasi çarklarında ezilen küçük insanlar ve beyaz yakalıların dünyasındaki saçmalığa varan motivasyon örnekleri.
Kahramanın tek gerçek sevgi dolu ilişkisinin artık ilişki kurulması pek mümkün olmayan yaşlı annesi ile olması “çökmekte olan toplum ve yok olan insan ilişkileri” üçlemesinin bu son parçasını iyice depresif kılan bir durum. Filmin son bölümünde Wainwright’ın içe dokunan yorumu ile seslendirdiği şarkı eşliğinde son fanteziye de veda edilirken, sığınılan okyanus kenarındaki baba evinin “gerçekliği” bir soru işareti olarak kalıyor. Yine de kızları ve eşi ile arasında yüksek duvarlar olan ve umursanmamazlığın kahrediciliğini yaşayan adamın birkaç saniye için de olsa iletişim kurabilmesi ve okyanusun o bir şeyler vaat eden uçsuz bucaksızlığı bir umut işareti de veriyor. Marc Labrèche’in dengeli bir oyun ile farklı ruh hallerini başarı ile yansıttığı film fantezilerden sıyrılıp sadece karanlığa odaklansaydı ne iyi olurdu düşüncesine götürüyor seyredeni. Hayat son donan karedeki natürmort gibi mi acaba; güzel olduğunda bile ölü ve erişilemez.
(“The Age of Ignorance” – “Karanlığın Gölgesinde”)