2010 Festival Notları 5

Yuva (Le Refuge) – François Ozon : Nerede ise filmografisindeki tüm filmler bir şekilde buralara gelen nadir yönetmenlerden biri  Ozon. Hâkim olduğu alana geri dönünce –Angel ve Ricky denemelerinden sonra- nasıl da etkileyici olabildiğinin bir başka örneği. Aile yaratma sürecine yeni bir alternatif öneri daha. Yine hüzünlü ama yine hayatın devam edeceğini vurgulayan bir umut ile. Taşra’da denize yakın evleri olan Fransız karakterlerin olduğu bir Fransız filmi; bu evler Ozon filmlerinin ayrılmaz parçası oldu ve bir şekilde filme giriveriyorlar. Ozon inatla, evet umut var diyor. Gerçekten mi?

(“Hideaway”)

 

Annem Hayatta Olduğu İçin Mutluyum (Je Suis Heureux Que Ma Mere Soit Vivante) – Claude Miller & Nathan Miller : İncelikli filmlerin yönetmeni Claude Miller’dan oğlu ile beraber çektiği bir film. İnceliğe eklenen bir genç bakış. Kalıcı ve etkileyici bir başlangıç olmuş Nathan Miller için. Sevmek, sevilmek, şefkat arayışı, sevilerek kendi varlığını doğrulayabilmek üzerine. Dram kelimesinin anlamını bozan tüm sıradan filmlere inat yenilikçi ve özgür bir bakışın bir dramı nasıl unutulmaz kılabileceğine bir örnek. Miller’ın zerafet dolu, yürek burkan, ele aldığı en sıradan temaya, çektiği en kısa bir sahneye bile “kutsallık” atfeden anlatımını özlemişim. Wilde’ı hatırlamamak elde değil; “Yet each man kills the thing he loves”.

(“I’m Glad My Mother Is Alive”)

2010 Festival Notları 4

Akvaryum (Fish Tank) – Andrea Arnold : “Free cinema?” Sadece İngilizlerin yapabileceği türden bir “gerçekçi” film. Yalınlığı, en küçük bir fazlalık içermemesi, doğallığı, bir Amerikan filminde altı kalın bir şekilde çizilecek unsurların tüm saf hali ile önümüze serilmesi. Doğal oyunculuklar. Büyümenin sıkıcılığı, birlikte olmanın seçimimize bağlı olmadığı insanları sev(eme)me ve saflığın artık anlamını yitirmiş bir kavram olması üzerine.  

 

Öksüz (Huacho) – Alejandro Fernandez Almendras : Şili’de bir küçük yerde geçen bağımsız bir film; tam da bu. Tüm bir ailenin her bir bireyinin bir günü, tüm dürüstlüğü ile. En ufak bir yapaylık, dışarıdan en küçük bir müdahele olmadan hayatın akıp giden ritminin saptanması. Oysa hayattaki her şey var filmde; sevgi, fedakarlık, yoksulluk, dayanışma, acı.  İnsan her yerde aynı, yoksulluk her yerde aynı. Kendinizi filme bıraktığınızda, samimiyeti hissetmemek imkânsız.

 

Mao’nun Son Dansçısı (Mao’s Last Dancer) – Bruce Beresford : Herkes hata yapar ama kötü (ötesi) bu filmin festivalde işi ne. Tek bir tutar yanı olmayan, bir sıradan TV filminin basitliğini bile aşamayan, anlatımı ile, politik duruşu ile, sineması ile kötü bir film. Yıldız Savaşları’ndan sonra sinemada uyumama çabası verdiğim ilk film. Kötü.