Die Tür – Anno Saul (2009)

“Biz katiliz. Mutluluğumuz için bir bedel ödememiz gerekiyordu; buna kapıdan geçiş ücreti de diyebiliriz”

Küçük kızının ölümü ile hayatı mahvolan bir adamın keşfettiği gizemli bir kapı aracılığı ile geçmişi düzeltme fırsatı yakalamasının hikâyesi.

Almanya’da yaşayan Türk/Alman yazar Akif Pirinççi’nin “Die Damalstür” adlı romanından Jan Berger tarafından yazılan senaryo ile sinemaya uyarlanan bir film. Alman yönetmen Ano Saul’un filmi konusu, anlatımı, müziği ve genel olarak atmosferi ile çekici olabilecek öğeleri olan ilgiye değer bir film. Suçluluk duygusu, geçmişi değiştirme arzusu, pişmanlık ve özetle ikinci bir şans üzerine bir öyküsü olan film, fantastik gerçekçi tarzındaki romandan finalinde fantezi boyutu artan ve gerçekçilikten uzaklaştıkça biraz yolunu kaybeden bir sonuç çıkarmış.

Sinemanın küçük bir çocuğun, üstelik ebeveynlerinden birinin ihmali olduğunu düşündüğü bir nedenle ölümü gibi bir konudan dram gücü yüksek sonuçlar elde etme çabalarından biri karşımızdaki film. Senaryo romandan kaynaklanan fantezi ve gerçek karışımını genel olarak perdeye, özellikle de illk bölümde yeterince başarı ile taşımış görünüyor. Tüm gizem ve fantastik öğelerine rağmen film gerçekçi bir dram olmaktan pek de uzak durmamayı başarıyor. Bunu yaparken de adamın kendi gençliğini öldürmek zorunda kalması gibi öğeler bile filmin gerçekçi dram yapısını zedelemiyor nerede ise. Buna karşılık filmin sonuna doğru adamın benzer hayatlar yaşayan diğerlerini keşfetmesi ile film süratle gerçekçiliği bir kenara koyup fantezi/bilim kurgu dozunu iyice artırıyor ve o noktadan sonra da sinemasal olarak zayıflatıyor kendini. Hikâyenin bu tür sinemanın klişelerinden biri olan gerçeği büyüklerin değil çocukların keşfetmesi temasını kullanması da bir parça rahatsız edici aslında. Yetişkinler hiçbir şeyi farketmezken küçüklerin daha ilk bakışta babanın “gerçek olmadığını” anlamaları fazlası ile tanıdık bir numara açıkçası.

Fantazyasını gerçekçi bir ortamda geçirebilmesi ile önemli olan film, yönetmenin kimi tercihleri, zaman zaman el kamerası kullanımı gibi, ile de etki gücünü yüksek tutmayı başarıyor. Baş roldeki Mads Mikkelsen’in ustalıkla dizginlenmiş bir performans verdiği filmde anlatımın (olumlu anlamda) çoğunlukla eski usul filmlerdeki gibi oluşturulmuş olması da bir başka kayda değer nokta olarak görünüyor. Adamın kendi gençliği ile karşı karşıya kaldığı sahnelerde, gereksiz ve komik kaçması hayli yüksek bir olasılık dahilinde olan diyaloglardan kaçınılmış olması gibi unsurları da filmin yaratıcılarının başarı hanesine eklemek gerekiyor. Fabian Römer’in hayli başarılı müziği, hikâyenin atmosferine uygun bir giriş yapılmasını sağlayan açılış jeneriği ve Mikkelsen’in oyununa başarı ile eşlik eden Jessica Schwarz ve çocuk oyuncu Valeria Eisenbart’ın performansları ile de ilgiye değer bir film karşımızdaki. Zaman zaman gereksiz bir şekilde korku filmi atmosferine kapılmış olsa da genel olarak ilgi ile seyredilebilecek bir film.

(“The Door” – “Kapı”)