The Kentuckian – Burt Lancaster (1955)

the-kentuckian“Küçük Eli ve benim bildiğimiz tek şey ormanda özgür yaşamak, yemeğimizi avlamak, tilki kovalamak. Bizim gibiler için terk edilmesi zor bir alışkanlık. Belki de hiç terk edilmemeli”

1820’li yıllarda, küçük oğlu ile birlikte Texas’a gitmeye çalışan dul bir adamın yolda yaşadıkları ile kararını sorgulamasının hikâyesi.

Ünlü oyuncu Burt Lancaster’ın nadir yönetmenlik çalışmalarından biri. 1954 yapımı ve Byron Haskin’in yönettiği “His Majesty O’Keefe – Adalar Kralı” filminin kimi sahnelerini yöneten (ama jenerikte adı yönetmen olarak geçmeyen) Lancaster ilk kez bu film ile yönetmen olarak adını yazdırmış jeneriklere. Son olarak 1974 yılında Roland Kibbee ile birlikte “The Midnight Man” adlı filmi yöneten Lancaster daha sonra kamera arkasına hiç geçmemiş. Senaryosu Felix Holt’un “The Gabriel Horn” adlı romanından A.B. Guthrie Jr. tarafından uyarlanan filmde Lancaster yönetmen olarak adının karıştığı diğer iki filmde olduğu gibi başrolde oynuyor yine. Basit bir hikâyeden ortaya çıkan sıradan bir film olarak nitelendirebileceğimiz çalışmada Lancaster’ın ilgisini çeken ne olmuş bilmiyorum ama seyirciler için pek çekici bir öğe yok doğrusu. Kahramanının ikilemi hikâyenin ilgi çekmeye aday tek yanı ve bu kadarı filmi seyretmeye değer kılıyor mu hayli tartışma götürür.

Walter Matthau’nun sinemadaki ilk filmi olan çalışmanın yapım kadrosunda iki ünlü isim daha var ona ve Burt Lancaster’a ek olarak. Hikâye için zaman zaman fazla dramatik bir havası olan müzikler ünlü bir isim olan Bernard Herrmann’a ait (her zaman hikâye için gerekli imiş gibi görünmeyen şarkıları besteleyen ise Roy Webb olmuş), özellikle dış çekimlerde hikâyenin basitliğini unutturan başarılı görüntülerde ise bir başka ünlü isim, Ernest Laszlo’nun imzası bulunuyor . Yönetmen Lancaster’ın da oyuncu Lancaster’ın da vasat bir iş çıkardığı film Texas’a gidip vahşi bir hayat sürmek ile abisinin yanında kalıp yerleşik bir tüccar hayatı yaşamak arasında kalan bir adamı anlatıyor bize. Her iki hayatın da temsilcisi birer kadın. İlki cesur ve fedakâr bir “indentured servant” (yeni dünyaya, Amerika’ya yerleşebilmek için belli bir süre boyunca bir işverene bağlı ve bir nevi köle olarak çalışan kişi), diğeri ise western filmlerinin vazgeçilmez tiplemelerinden biri olan kasabanın öğretmeni. Finalini düşündüğümüzde, filmin bu iki karakter ve hayat tercihleri arasında kolay ve Hollywood klişelerini tekrarlayacak yollara sapmayan bir seçimde bulunduğunu söylemek gerekiyor. Bu farklı hayatların, ABD’yi keşfeden/yaratan (?) öncüler ile kapitalizmin ilk temsilcileri olan yerleşimcilerin sembolleri olduğunu söylemek de mümkün açıkçası ve belki böyle bir derdi olmasa da, sonucun bir ideolojik tercihe işaret ettiği söylenebilir. Sonuçta bir yanda ormandaki hayatın güzellemesi, diğer tarafta rüşvetin, sadece kendini düşünmenin ve para hırsının eleştirisi okunabilir filmden, bir parça zorlama ile de olsa. Filmin bir başka artısı ise “rehin kız”a karşı toplumun taşıdığı önyargının tam tersi bir yönde durmayı tercih etmiş olması. Hollywood’un liberal isimlerinden olan Lancaster’ın ilgisini çeken hikâyenin bu özellikleri mi bilmiyorum ama daha fazlası da yok filmde ne yazık ki.

“Damarlarında avcı kanı taşıyan” baba ve oğlunun bir avcıya göre olmayan kasaba hayatına uyum gösterip göstermeyecekleri yeterince ilgi çekici bir gerilim noktası yaratamadığı için, filme kendi içinde kısmen ilginç olsa da hikâyede ne aradığı pek anlaşılmayan kimi unsurlar eklenmiş. Örneğin kan davası nedeni ile kahramanımızın peşine düşen iki adam hikâyenin başında ve sonunda görünüp diğer bölümlerde ortadan kayboluyorlar ve belki sonlarda bir heyecanın da kaynağı oluyorlar ama hikâyeye herhangi bir katkıları yok kesinlikle. Benzer şekilde, nehirdeki buharlı teknede geçen kumar sahnesi ve sonrası da hikâyeye eğlence katmak amacı taşıdığı anlaşılan (ve bunu bir ölçüde de başaran) ama hikâye ile ilgisi olmayan bir bölüm (tabii, adamın saflığını ve cesaretini gösteren bir başka bölüm olarak görmek de mümkün). Kimi gelişmelerin hayli ciddi bir izaha ihtiyaç duyduğu, 1820’li yıllarda, evli olmayan iki kişinin, hele biri püriten ahlâkın temsilcisi olan bir kasaba öğretmeni ise, topluluk içinde öpüşmesi gibi tuhaflıkları da olan film, dramatik açıdan kendisine bir odak noktası bulamamış ve senaryosunun da romantizm, macera, duygusallık vs. arasında kendisini toparlayamamış olması nedeni ile pek de çekici olamıyor, özet olarak.

(“Kentaki Kahramanı”)