Rabih – Vatche Boulghourjian (2016)

“Yani ismim de sahte! Etrafımdaki her şey sahte!”

Resmî bir işlem sırasında kimliğinin sahte olduğunu keşfeden âmâ bir müzisyenin gerçekte kim olduğunu araştırmasının hikâyesi.

Vatche Boulghourjian’ın yazdığı ve yönettiği, Lübnanlı genç bir adamın kimlik arayışını anlatan bu film Fransa, Lübnan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri ortak yapımı olarak çekilmiş. Boulghourjian’ın ilk uzun metrajlı filmi olan çalışma, Cannes’da ilk ve ikinci filmlerin yarıştığı “Eleştirmenlerin Haftası” bölümünde büyük ödülü almış ve ilk filmlerin yarıştığı “Altın Kamera” ödülüne de aday olmuş. Yönetmenin “bir ülke ve bir birey üzerine olduğu kadar, aynı zamanda hikâyeler hakkında da bir film” olarak tanımladığı eserin başrolünde gözleri görmeyen bir müzisyen olan Barakat Jabbour oynamış. Anlattığı kimlik arayışı ve kahramanının görme engelli oluşunu, Lübnan’ın bir ülke olarak kimlik problemi ve barış ve huzur yolunda karşı karşıya kaldığı engellerle ilişkilendirerek değerlendirmek gerekiyor kuşkusuz. Sade bir dil ile anlatılan ve seyircisini baş karakterinin kimlik arayışı için çıktığı yolculuğa samimi bir anlatım ile eşlik etmeye çağıran film müzikleri ile de dikkat çekerken, senaryonun fazlası ile sade oluşu ve seyirciyi kendisine bağlayacak güçlü bir dile yeterince sahip olamaması bir eksiklik olarak görünüyor. Bu problemine rağmen, Lübnan’ın, bir zamanlar Ortadoğu’nun parlak bir ülkesi olan bu toprakların, kaosunu gündeme getirmesi ve ne olursa olsun ayakta kalabilmeyi ve bunun için de -bu örnekte müzik olarak karşımıza çıkan- güzelliğin ve iyiliğin uzantısı olan unsurlardan yararlanmayı hatırlatması ile de ilgiyi hak eden bir film bu.

Parçası olduğu ve görme engellilerden oluşan bir koronun yurt dışında katılacağı bir yarışma için yaptığı pasaport başvurusu sırasında kimliğinin sahte olduğunu öğreniyor genç Rabih. Kim olduğu ve ailesi ile ilgili olarak o güne kadar bildiklerinin tamamen yalan olduğunu öğrenen genç adam öfkeli ve kararlı bir şekilde kimliğini keşfetmek için yola düşüyor. Bu yolculuğu sırasında karşılaştığı ve kendisinin geçmişi ile bir şekilde ilişkisi olanlardan duyduğu ve birbiri ile çelişen hikâyeler bu yetenekli müzisyen üzerinden bir iletişim aracı olarak hikâye anlatmak ve hikâyenin doğası üzerinde de düşünmeye teşvik ediyor seyirciyi. Film boyunca dinlediği farklı hikâyelerin sonunda gerçeği tam anlamı ile öğrenemiyor genç adam ve bu durum bize de hayatımız boyunca duyduğumuz hikâyelerin gerçekliğini sorgulamamız gerektiğini hatırlatıyor. Bu durum, Lübnan’ın içinde bulunduğu koşullar ve tarihi ile birlikte düşünüldüğünde daha da anlam kazanıyor kuşkusuz. Farklı dinlere mensup olanlar arasında bölünmüş ve pek çok farklı devletin egemenlik kavgasının konusu olan bu ülkede yaşayan her bir bireyin/grubun kendilerince gerçek ve doğru olan hikâyeler anlatacağı ve bu hikâyelerin büyük ölçüde birbirleri ile çelişeceği gerçeği filmin derdine ışık tutan bir öğe elbette.

Kişisel -görünen- bir hikâye üzerinden bir ülkenin hikâyesini anlattığını söyleyebileceğimiz film, başroldeki Barakat Jabbour’un sade ve doğal oyunculuğunun da katkısı ile elde ettiği gerçekçilik duygusu ile de dikkat çeken bir çalışma. Temponun -gereğinden- düşük olması ve senaryonun vuruculuk açısından eksik kalması amatör oyuncu Jabbour’un üzerine büyük bir yük yüklemiş ama genç müzisyen/oyuncu herhangi bir telaşa kapılmadan ve bir zorlama yoluna gitmeden, karakterini kendi hayatından gerçek bir parçaymış gibi canlandırıyor. Annesi rolündeki tecrübeli oyuncu Julia Kassar senaryonun yeterince olanak sağlamamasına rağmen karakterini yine sade bir ton taşıyan perfomansı ile gerçek kılmayı başarıyor.

Genç adamın dayısının bir süreliğine ortadan kaybolmasının sağladığı gerilim duygusunun yeterince iyi işlenmemiş ve hikâyenin derdi ile -sinemasal anlamda- doğru bir şekilde bağlantısı kurulamamış olması gibi kusurları da olan film, derin travmaları olan bir toplumun bu travmalarını sömürmemesi ve onların bireylerin psikolojilerinde neden olduklarına dürüstlükle yaklaşması ile takdiri hak ediyor. Bu yalın ve samimi film yeterince güçlü olmasa da saygıyı hak eden ve seyirciye çok önemli bir şeyi hatırlatan bir çalışma olarak da önem taşıyor: Ne olursa olsun hayata devam etmenin ve bunun için geçmişle yüzleşmeye cesaret etmenin ama onun prangasından da sıyrılabilmenin gerekliliği.

(“Tramontane” – “Dağların Ardında”)

(Visited 159 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir