Like Someone in Love – Abbas Kiarostami (2012)

Like Someone In Love“Kendine yalan söylendiğini düşündüğünde, soru sormamak en iyisidir. Tecrübe bunu öğretir insana işte”

Yaşlı bir profesör ile okuduğu üniversitenin parasını ödemek işin seks işçiliği yapan genç bir kadının arkadaşlığının hikâyesi.

İranlı yönetmen Abbas Kiarostami’nin yazdığı ve yönettiği, Fransa – Japonya ortak yapımı olarak çekilen bir film. Yönetmenin bir Japonya gezisinde bir gece vakti sokakta gördüğü ve kendisinde iz bırakan, gelinlik içindeki bir genç kızın görüntüsünden ilham alarak çektiğini söylediği film melankolik havası, sakin temposu ve yalın görüntüleri ve kurgusu ile “aşk gibi” bir hikâye anlatıyor bize. Uzun planları, pek hareket etmeyen kamerası ile, o herkese göre olmayan filmlerden biri bu ama yönetmenin bir önceki filmi ile tema açısından ortak bir yanı da olan çalışma Kiarostami’yi tanıyanlar ve sevenler için görülmesi gerekli bir sinema eseri.

Gece kulübüne benzeyen bir ortamda sabit kamera ile çekilen bir sahne ile açılıyor film: Genç bir kadın sevgilisi olduğunu düşündürten bir kişi ile telefonda konuşuyor ve bu kıskanç kişiyi yalanlar ile atlatmaya çalışıyor. Bunu yaparken de başka bir genç kadından yardım alıyor. Orta yaşlı bir adam genç kadını bir “iş”e yollamaya çalışıyor ama kadın yarın sınavları olduğunu ve yorgun olduğunu söyleyerek gitmek istemiyor. Bu açılış sahnesindeki karakterleri ve kim olduklarını/ne yaptıklarını hikâye yavaş yavaş ilerlemeye başladıkça anlıyoruz. Hikâyenin bundan sonraki hemen tüm kısmı temel olarak üç karakter arasında geçiyor: Genç kadın, kıskanç adam ve kadının “iş”e gittiğinde tanıştığı yaşlı profesör. Tanık olduğumuz hikâye, aşık ve kıskanç genç adamın kadına sorgulayıcı ve hırpalayıcı yaklaşımının, tipik bir “erkek bakışı”nın örneği olan tavırlarının karşısına yaşlı adam ile kadın arasında gelişen dostluğu ve, sorgulamayı değil anlamayı ve kabullenmeyi içeren davranışları koyuyor. Kısacası, “hikâye” arayanların arzuladığı türden bir hikâye değil bu: Karakterler konuşuyorlar, anlatıyorlar, sorular soruyorlar vs. Evet arada “aksiyon” sahneleri de var ama onlar da hikâyenin ruhuna uygun sahneler ve hız, tempo, heyecan vs. düşkünlerini tatmin etmekten çok uzak bunlar. Kiarostami’nin tempo, hız, heyecan vs. gibi bir derdi yok burada, diğer filmlerinde olduğu gibi. Hayatın içinden seçip aldığı üç karakteri -kimi yan karakterlerle de zenginleştirerek- önümüze bırakıyor temel olarak ve onların konuşmalarına tanıklık etmemizi istiyor (bu konuşmalar, örneğin bir Tarantino filminde olduğu gibi, öyle büyük konuşmalar değil, “sıradan” sohbetler bunlar). Örneğin, genç kadının kendisini ziyarete gelen büyükannesinin ona ulaşamadığı için telefonuna bıraktığı yedi mesajını hiç acele etmeden tek tek dinletiyor bize Kiarostami. Bu “durgun” hikâye dinlemeye kendini bırakanlar için keşfedilmeyi bekleyen çekici öğelere sahip ama. Örneğin, karakterlerden birine karşı diğer iki karakterin kimlik değişikliği üzerinden giriştiği bir oyun var ortada ki hikâyeye hem heyecan katıyor hem de filmin kendine özgü sakin ve küçük mizahının da temel kaynağı oluyor.

Yalın görüntülerle anlatıyor derdini Kiarostami ve Takeshi Kitano ile yaptığı çalışmalarla tanınan Japon görüntü yönetmeni Katsumi Yanagijima’nın yalın ve sadece araba camından yansımalarla “renklenen” çalışmasını hikâyesinin doğru bir tamamlayıcısı olarak kullanıyor. Film şehri de çoğunlukla hareket eden bir arabanın içinden göründüğü ve duyulduğu kadarı ile getiriyor karşımıza. Filme adını veren ve Ella Fitzgerald yorumunu bir sahnesinde dinlediğimiz şarkının sözlerindeki gibi “bir aşk herhalde bu” demiyor doğrudan hikâye ve tıpkı yalın ve net görüntüleri gibi imalarda da bulunmuyor. Adeta birilerinin hayatından iki günü veriyor bize tanıklık ve tecrübemiz için. Tıpkı bir önceki filmi “Copie Conforme – Aslı Gibidir”de olduğu gibi “rol oynama”, hayat ve sanat ilişkisi gibi temalara da değinen film hikâyesinin kurgusu ve karakterleri ile Yavuz Turgul’un “Gönül Yarası”, iki baş karakterinin ilişkisi açısından da Kieslowski’nin “Trois Couleurs: Rouge – Üç Renk: Kırmızı” filmlerini hatırlatacaktır kimilerine kuşkusuz. Üç başoyuncusunun (Tadashi Okuno, Rin Takanashi ve Ryô Kase) ekonomik ve sade oyunculukları ile filme yakışan bir performans sergiledikleri çalışma, evet herkese göre değil. Kadının bir taksi ile Tokyo’nun gecesi içinde bir düş sahnesindeki gibi kayarak gittiği türden sahnelerden hoşlananlar içinse, elbette görülmesi gerekli bir Kiarostami filmi bu. Yasujiro Ozu’nun ülkesinde onun sinemasına da göndermelerde bulunan bu çalışması “Copie Conforme”nin gerisinde kalsa da ve tekrarladığı temaları bu kez o denli güçlü işleyememiş olsa da, ne olursa olsun bir Kiarostami filmi bu sonuçta.

(“Sevmek Gibi”)

(Visited 362 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir