“Tamam ama sanitasyon, tıp, eğitim, şarap, kamu düzeni, sulama, yollar, temiz su sistemi ve halk sağlığı dışında Romalılar bizim için ne yaptılar ki bugüne kadar?”
İsa ile aynı gün ve onunkinin hem yanındaki bir ahırda doğan ve halkın mesih olduğunu düşündüğü Brian’ın hikayesi.
Monty Python komedi grubunun ikinci sinema filmi. Senaryosunu grup üyeleri Graham Chapman, Terry Gilliam, John Cleese, Terry Jones, Eric Idle ve Michael Palin’in yazdığı filmi -Terry Gilliam’ın imzasını taşıyan birkaç sahne dışında- Tery Jones yönetmiş. 6 sanatçının da birden fazla rolü (kırktan fazla karakter!) üstlendiği film gösterime girdiği yıllarda farklı ülkelerde farklı süreler boyunca yasaklanmış ve örneğin İrlanda’da ancak 1987 yılında kaldırılmış bu yasak. Bu tepkinin temel nedeni kutsal şeylere saygısız (ya da “küfürlü”) yaklaşımı hikâyenin. Monty Python üyeleri kendilerine özgü komedi anlayışı ile Hristiyanlığın kutsal bildiği tüm değerler, tüm dinsel mitler ve bu mitlere dayanan başta sinemadakiler olmak üzere tüm sanat eserleri ile oldukça cüretkâr bir şekilde dalgalarını geçmişler ve pek çok kişi tarafından en başarılı eserleri olarak görünen bir flm çıkarmışlar ortaya. Komedisini hem görsellik üzerinden hem de eğlenceli diyalogları aracılığı ile üreten fim çarpıcı bir eğlencesi olan çalışma ve seyircisini kendisini en hafif gülümsemeden en şiddetli kahkahaya kadar değişen boyutlarda gösteren biçimlerde etkisi altına alabiliyor.
İsa’nın hayatını anlatan bir Hollywood filminin açılış klişeleri ile başlıyor film. Dinsel atmosfere uygun bir müzik, gün batımı/doğumu kızıllığına boyanmış bir gökyüzü, yıldız dolu bir gece ve kayan bir yıldız… 3 bilge adamın ahırları karıştırdıkları için yanlışlıkla doğumunu kutsamaya geldikleri bebek ise İsa değil, Brian. İsa ile aynı gün doğan ve fiziksel olarak de ona benzeyen Brian eğlenceli ve animasyonla hazırlanmış açılış jeneriğini süsleyen şarkıda dile getirildiği gibi sıradan bir genç (“Başladı tıraş olmaya ve kendini tatmin etmeye”) ve annesinin sıklıkla şikâyet ettiği gibi tek ilgi alanı da kızlar. Göğe yükselen İsa’nın güneşe çarparak erimesi ile sona eren jenerikten sonra birbiri ardından karşımıza tepkisiz kalamayacağınız bir komedisi olan sahneler geliyor ve tüm bu sahnelerde Monty Python grubu hedeflerindeki herkesi, her kurumu ve her olguyu hayli sert ve güçlü bir mizahla alaylarının nesnesi yapıyorlar. Başta yer alan, İsa’nın vaazını dinleme sahnesindeki karakterlerin aralarındaki tartışmadan başlayarak hikâyenin sonuna kadar tüm diyalogları çok iyi yazılmış ve onları seslendiren karakterlerle çok iyi bütünleştirilmiş bir film bu. Yanlış anlamalar, tekrarlamalar ve kelime oyunları ile dolu bu diyalogları akıllıca bir şekilde günümüzün (daha doğrusu filmin gösterime girdiği 1970’li yılların) sosyal ve politik olgularına alaycı göndermeler yapmak için de kullanıyor senaryo.
Romalılara karşı kurulan direniş örgütlerinin isimleri (“Yahudiye’nin Halk Cephesi” ve “Halkın Yahudiye Cephesi” adlarını taşıyan iki farklı örgütün aralarındaki düşmanlık örneğin) ve Romalıların emperyalist yönetimleri üzerinden yürütülen tartışmalarda çağdaş dünyadaki solun söylemlerine ve problemlerine değinen ve örgütlerin eylem/teori tartışmalarını alaya alan film elbette asıl taşlarını Hristiyanlık kurumu için saklıyor. Bu dinin pek çok miti ile dalgasını geçerken, İsa’nın peygamberliğinin kanıtı olan “mucize”ler üzerinden de saldırıyor dine. Örneğin İsa’nın cüzzamlı hastayı iyileştirme mucizesi burada hayli farklı bir bakışla ele alınıyor ve eski cüzzamlının bu mucizeden dolayı düştüğü sıkıntı dile getiriliyor: Artık sağlıklı olduğu için dilenememekte ve bu nedenle de ciddi bir yoksulluk çekmektedir çünkü! Romalıların bölgede yaptıkları da (yazının girişindeki diyalog!) emperyalizm tartışmalarının komedisi için uygun bir araç olmuş grup için.
Her biri birer klasiğe dönüşmüş pek çok sahnesi var filmin ve grup bir önceki filmleri “Monty Python and the Holy Grail”de olduğu gibi bu bölümleri bağımsız bir skeç havasında değil, birbiri ile akıcı bir ilişkisi olacak şekilde kullanarak hikâyesinin kalitesini de hep önde tutmayı başarmış. Tanrı’nın adını ağzına alan adamın taşlanması sahnesinin esprisi ve ortaya çıkan kaos, arenada toplanan direniş örgütü üyelerinin arasındaki erkek/kadın tartışması (ve burada politik doğruculuğun alaya alınması), baştan sona bir komedi klasiği olarak nitelendirilmeyi hak eden “duvara rejim karşıtı slogan yazma” sahnesi, “Biggus Dickus” adlı komutanın adını duyunca gülmemeye çalışan askerler, Sezar ile halk arasında geçen hangi mahkûmun affedileceği konuşması, Brian’ın annesinin oğlunun mesih olduğuna inanan halk ile arasındaki atışma ya da mezheplerin (Katoliklik ve Protestanlık) doğuşunun sembolü olan “Su Kabakçılar” ve “Sandaletçiler” bölümü gibi anları ile çok sıkı bir eğlence sunuyor film bize. Monty Python grubu, söyledikleri hiç dikkat çekmeyen ama söylemediği nedeni ile bir mesih olduğuna inanılan ve “Beni takip etmeniz gerekmiyor. Kimseyi takip etmeniz gerekmiyor. Kendiniz düşünmelisiniz. Bir birey olmalısınız” diyerek kendisini savunmaya çalışan Brian’ın hikâyesini anlatırken, dinler tarihindeki “mucize”lerin de “gerçek” kaynaklarını gösteriyor hayli eğlenceli bir “18 yıldır konuş(a)mayan adamın konuşması” sahnesinde olduğu gibi.
Gerek finaldeki toplu çarmıha germe sahnesi gerekse başka bölümleri ile William Wyler’ın 1959 yapımı “Ben-Hur”unu da alay ettiklerinin arasına alıyor film. Mahkûmların birer birer “Brian benim!” diye bağırması ile Yeşilçam’ın “Kara Murat benim!” sahnelerindeki yürekli fedakârlığın aksine korkak bir üç kağıtçılığın sergilenmesinin gösterdiği gibi benzer konuya sahip “ciddi” filmlerin tüm klişelerini yerle bir eden bir çalışma bu. Bu son final sahnesinde bugün bir klasik olan “Always Look on the Bright Side of Life” şarkısının seslendirildiği ve çekimleri Tunus’ta gerçekleştirilen filmin tüm hikâye içinde ayrıksı duran ve dozu kaçmış absürtlüğü ile anlamsızlaşan bir de uzaylı bölümü var. Muhtemelen iki yıl önce “Star Wars – Yıldız Savaşları”nın gördüğü ilgiden dolayı senaryoda yer bulan ve animasyon ile gerçek karakterlerin bir arada yer aldığı bu bölüm sanki başka bir film için düşünülmüş de son anda buraya yerleştirilmiş gibi görünen gereksiz bir sahne. Kapanış jeneriğinin sonunda “Eğer bu filmden hoşlandıysanız, neden gidip “La Notte” yi görmüyorsunuz” diyerek Michelangelo Antonioni’nin bu “sanat filmi”ne göndermede bulunan film eğlenceli, bu eğlencesinin kendisi de farkında olan ve mutlaka görülmesi gereken bir komedi klasiği. Son bir not olarak, filmin İsa değil onun sembolü kılındığı değerler hakkında olduğunu ve hayatını anlattığı kişinin de İsa değil, bir mesih zannedilen sıradan bir genç adam, Brian olduğunu belirtmekte yarar var!
(“Monty Python’s Life of Brian” – “Brian’ın Hayatı”)