Türkü Söylüyor Otlar – Doris Lessing

Britanyalı yazar Doris Lessing’in 1950 tarihli romanı. İran doğumlu olan ve ailesi ile birlikte altı yaşındayken Zimbabwe’ye (o tarihteki adı ile Güney Rodezya) yerleşen yazarın bu kitabı yayımlanan ilk eseri ve Lessing’in yirmi dört yıl boyunca yaşadığı Afrika’daki gözlemlerini başarı ile yansıttığı çarpıcı bir eser. Beyazların üstünlüğüne dayanan, ırkçılığın doğal olduğu bir ortamda beyaz bir kadının yaşadıklarını güçlü bir dil ile anlatan romanı kendisi gibi Britanya kökenli olan, Güney Rodezya İşçi Partisi üyesi ve otobiyografisinde “sağlam, güvenilir ve sakin” sözcükleri ile tarif ettiği Gladys Maasdorp’a ithaf etmiş yazar. İlginç bir şekilde, bu romanın ana karakteri olan Mary bu sözcüklerin tanımladığı yerin tam karşısında duruyor ve yazar için bir yandan bir kadının çöküşünü anlatırken, diğer yandan da ırkçılığa dayalı bir rejimin tüm bir kıtayı ve halkını nasıl etkilediğini sergilemesinin de aracı oluyor. 1981’de Zimbabwe’li yönetmen Michael Raeburn tarafından sinemaya da aktarılan romanın adını T. S. Eliot’ın “Nisan ayların en zalimidir” dizesi ile başlayan ünlü şiiri “The Waste Land”de (Çorak Toprak) yer alan bir başka dizeden almış 2007’de Nobel kazanan Lessing ve bir cinayetin hemen sonrası ile başlayıp, daha sonra geri dönüşle bu cinayete giden yolu anlatan kitapta etkileyici ve keyifli bir okuma serüveni sunmuş okuyucuya.

Romanı o tarihlerde ülkedeki beyaz egemenliğini, onların siyahlarla (ve onlarla ilişkilerle) ilgili tabularını ve ırkçılıklarını çok iyi tasvir eden bir bölümle açıyor Lessing. İnsanların konuşmamayı tercih ettiği bir cinayettir bu; çünkü bir beyaz kadının bir siyah erkekle asla düşünülemeyecek bir şekilde “yakınlaşması” ve okuyucunun kitabın ilerleyen bölümlerinde keşfedeceği gibi ona “boyun eğmesi” söz konusudur. Irkçılığın, bu insanlık suçunun, onu doğal ve olması gereken olarak görenlerce nasıl algılandığını tüm romana çok iyi yaymış Lessing ve sadece diyaloglara değil, hatta onlardan da çok romandaki olay örgüsüne çok iyi yedirmiş bu temayı. Örneğin bölgeye gelen İngilizlerin kısa sürede gerçekleşen değişimi (“Başlangıçtaki “yerlilere insan gibi davranma eğilimi” bir süre sonra yerini “yerlilerle sahip-uşak ilişkisi dışında hiçbir ilişkileri” kalmamasına bırakır” hep) veya cinayetin işlendiği bölgede yaşayanların sessiz kalmayı tercih etmesi (çünkü bir utanç söz konusudur beyazlar adına) kolonilerdeki hayat ve üstün olanın diğerine hâkim olması üzerine çok şeyler söylüyor bize. Kitabın son bölümlerinde Mary’nin siyah uşakları olan Musa’dan korkması ve hatta ona boyun eğmesi bu açıdan beyaz toplum için affedilemez bir suçtur ve bir utanç kaynağı olduğundan üzeri kapatılmalıdır; “artık mesele görünüşü kurtarmaktan ibarettir”. Bir kurban olan Mary de yerlilerle ilgili tipik bir beyaz görüşe sahiptir aslında (“Mary adamın yemek yiyeceğini unutmuştu. Yerlilerin de yemek yiyen ya da uyuyan insanlar olduğunu hiç düşünmemişti; ya orada olurlar ya da olmazlardı…”.

“Afrika’da beyaz bir adam, kazayla bir yerlinin gözlerine bakıp da orada bir insan olduğunu görürse (ki bu onun kaçındığı en önemli şeydir), yadsıdığı suçluluk duygusu öylesine bir öfkeyle geri teper ki, yapacağı tek şey kırbacını indirmektir” cümlesi üzerine kurulu romanda Mary de bu süreçten geçecektir ama hikâyenin sonu kendisi için de bir yıkım olacaktır. Lessing onun ölümünü en başta duyurarak değişik ve doğru bir yolu seçiyor: Böylece cinayeti kimin işlediğine değil, bu cinayetin neden işlendiğine odaklanıyor kitap ve okuyucuyu “Sıcaklık, yalnızlık ve yoksulluktan ötürü yavaş yavaş dengesini yitiren” Mary’nin hikâyesinin içine çekmeyi başarıyor. Irkçılığın ve / veya önyargının sadece siyahlara karşı olanı değil Lessing’in ilgi alanına giren; örneğin yöredeki İngilizlerin Yunan, İtalyan ve İspanyol kökenli olanlara karşı tutumları da bu kötülüğün bir başka versiyonu olarak yerini alıyor kitapta. Mary’nin kendisine ilgi gösteren ilk erkekle evlenmeyi seçmesi (daha doğrusu, evlenmeye hiç niyeti yokken bu seçimi yapmak zorunda kalması) toplumdaki erkek egemen bakışın sergilenmesinde bir araç oluyor kitapta ama burada asıl çarpıcı olan gözlem, beyaz erkeklerin siyah kadınlarla birlikteliği (onları kullanması aslında) normal karşılanırken, bir beyaz kadının siyah bir erkekle benzer bir içerikle yakınlaşmasının kesinlikle kabul edilebilir olmaması. Mary’nin kötü geçen çocukluğu ve bunun temel sorumlusu olan babasının davranışları ve yaşam şekli de aynı bağlamda değerlendirilebilir.

Sıcağın ve yoksulluğun, istemediği bir hayatın içine toplumsal değerler nedeni ile atılmanın yarattığı sıkışmışlığı ve klostrofobiyi de anlatan kitap Lessing’in parlak edebî kariyerini başlatan çok önemli bir roman ve ırkçılık üzerine yazılmış en değerli eserlerden biri kesinlikle.

(“The Grass is Singing”)

(Visited 504 times, 7 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir