“Kedi gözlüksüz bakacak olursa, bakışlarının değdiği insanlar yaradılış ve eylemlerine göre bir renk alır ve bundan da muhtemelen hoşlanmazlar”
Gözlükleri çıkarıldığında, baktığı insanların karakterlerini ortaya çıkaran renklere bürünmelerini sağlayan bir kedinin gelmesinden sonra bir kasabada yaşananların hikâyesi.
Senaryosunu Jirí Brdecka, Vojtech Jasný ve Jan Werich’in yazdığı, yönetmenliğini Vojtech Jasný’in yaptığı bir Çekoslavakya filmi. Cannes’da Jüri Özel Ödülü’nü paylaşan yapıt 1960’larda Çekoslavak sinemasına damgasını vuran ve sinema tarihine parlak eserler bırakan Çekoslavak Yeni Dalgası’nın ilginç örneklerinden biri. Svatopluk Havelka’nın öykü ile uyum içindeki başarılı müzikleri, fantezi havası ve görsel çalışması ile dikkat çeken film komünist Çekoslavakya’da eleştirel olmayı başaran ve içeriği kadar farklı biçimselliği ile de ilgiyi hak eden bir yapıt. Bazı efektlerin ve bu efektlerin baskın olduğu sahnelerin bir parça uzun tutulmuş olması bir problem olsa da, Jasný’nin filmi, Amerikan müzikallerinden (özellikle “West Side Story” (Robert Wise ve Jerome Robbins, 1961) ve “An American in Paris” (Vincente Minnelli, 1951)) Jacques Tati’nin yapıtlarına ve sonraki yıllarda Terry Gilliam’ın filmlerinde tanık olacağımız türden hikâyesine ve yine aynı yönetmenin biçimsel seçimlerine farklı esin kaynakları ve tercihleri ile başarılı ve eğlenceli bir çalışma.
Çekoslavak Yeni Dalgası, FAMU (En iyi sinema okullarından biri kabul edilen, Prag’daki akademi) kökenli sinemacıların sanattaki yeni arayışlarının ve ülkedeki komünist yönetime yönelik siyasi ve sosyal reform beklentilerinin sonucu olarak çıkmıştı ortaya. Aralarında Věra Chytilová ve Miloš Forman’ın da olduğu bu sinemacılar kişisel tarzlarını çalışmalarına yansıtsalar da, bu akım kapsamındaki filmlerin çoğu anlattığı hikâyelere esprili bir şekilde yaklaşan, saçma ve zaman zaman da gerçeküstücü boyutları olan ve örneğin Fransız Yeni Dalgası örneklerine kıyasla öykülerin öne çıktığı yapıtlardı. 1968 Ocak ayında Dubček’in iktidara gelişi ile başlayan Prag Baharı’nın Varşova Paktı’nın güçleri tarafından zorla bastırılması ile sona eren “güler yüzlü Sosyalizm” arayışlarının da bir uzantısıydı bu akım. Vojtech Jasný ülkesine yapılan bu dış müdahalenin ardından, Miloš Forman gibi ülkesini terk etmek zorunda kalan sinemacılardan biri olmuştu. Onun bu filmi, ülkedeki “politik ikiyüzlülüğü” bir kasaba halkı üzerinden anlatan bir alegori olarak, daha özgür ve dürüst bir toplum arayışının bugün de bilinen ve hatırlanan örneklerinden biri olmayı başarmıştı.
Saati yediyi çalan bir kule üzerindeki küçük pencerenin açılması ve başını dışarı uzatan bir adamın konuşması ile açılıyor film. Konuşan kasabalılardan biri olan Oliva adındaki bir adamdır (bu rolde, kasabaya gelen gösteri grubundaki sihirbazı da oynayan ve senaryoya da katkı veren Jan Werich var) ve “Bir varmış bir yokmuş. Bu masal gerçekten yaşanmış” sözleri ile başlıyor sözlerine. Onun sözleri ile, kasabadaki bazı karakterleri tanıtıyor bize film önce; iyi yürekli ve dürüst öğretmen Robert (Vlastimil Brodský), okul müdürü ve kasabanın yöneticisi olan ve kasabadaki (ve herhalde ülkedeki) iktidarın sembolü olarak görebileceğimiz adam (Jiří Sovák), Robert’in ona pek de sadık olmayan sevgilisi (Jiřina Bohdalová) vs. Film hikâyesindeki ilk fantezi (veya gerçeküstü) örneğini, kulenin tepesindeki adamla aşağıda duvara resim çizen küçük bir kızın hayli uzak mesafeden birbirleri ile konuşabilmesi üzerinden veriyor. Oliva kasabalılar hakkında farklı tespitler yaparken aynı zamanda filmin esprili bakışının da ilk örneklerini veriyor. Ardından kasabaya gelen bir gösteri grubunu görüyoruz; bir sihirbaz, bir akrobat kız (Emília Vásáryová), gözlük takan bir kedi ve müzisyenlerden oluşmaktadır bu grup ve akrobat kız, Oliva’nın resim dersinde modellik yaptığı küçük çocuklara anlattığı ve başından geçtiğini iddia ettiği maceradaki Diana’nın vücut bulmuş hâlidir. Tıpkı o maceradaki gibi, kedinin gözlükleri çıkarıldığında, kasabalıların gerçek yüzleri farklı renklere bürünmeleri ile ortaya çıkacaktır; âşıklar kırmızı olurken, sadakatsizler baştan aşağıya sarı olacak veya ikiyüzlüler mora dönüşecektir örneğin.
“Bir varmış bir yokmuş”la başlamasının da gösterdiği gibi bir masal havası taşıyor seyrettiğimiz ve tıpkı bir masaldan çocukların alması beklenen ders gibi, Vojtech Jasný’nin filmi de yetişkinlerden talep ediyor bunu. Hikâye temel olarak toplumdaki ikiyüzlülüğü ve özgürlüğe / sevgiye / dürüstlüğe baskın çıkan olumsuzlukları eleştiriyor ve bunu yaparken de kasabadaki çocukların sembolü olduğu naifliği ve masumluğu öne çıkarıyor. Başlarda bir sahnede, gökyüzünde görülen ve herkesin dikkatini çeken leyleklerle ilgili olanlar bu yaklaşımın örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Robert adındaki ve saflığı ile, öğrencisi olan çocuklardan biri olarak görebileceğimiz adam leylekleri elinde kamera ile keyif ve heyecanla görüntülerken, amiri kasabanın gururu olan doldurulmuş hayvan müzesi için öldürüveriyor bu kuşlardan birini. Leylekleri canlı ve özgür olarak değil, ölü ve sergilenen bir obje olarak görmeyi tercih eden karaktere “katil” diye bağıran Robert toplumun özgürlük arayışının sesi oluyor bu sahnede sanki. Dürüst ve özgür olmayı imkânsız kılan bir toplumla karşı karşıya olduğumuzu farklı sahnelerde de anlatıyor film. Örneğin Robert’in öğrencilere verdiği ödevi (“Kasabada daha iyi olmasını istediğiniz bir şeyi yazarak veya çizerek anlatın”) düşünen öğrencileri gördüğümüz bölüm bunlardan biri. Çocukların iç seslerinden biri şunları söylüyor: “Bize okulda dünyadaki en güzel şeyin dostluk ve dürüstlük olduğunu öğretiyorlar; ama bazı insanlar doğruyu söylemiyor. Babamı sevmiyorum ama bunu yazamam; beni döver çünkü”). Hikâye boyunca çocukların kediye karşı tutumları ile yetişkinlerin pek çoğununki arasındaki derin fark ve çocukların dürüstlüğü (ve gerçeği ortaya çıkaran kediyi) korumak için yaptıkları Çekoslavak rejimine karşı bir direnişin de sembolü olsa gerek. Finalde çocukların kedi yüzleri ile kasabanın en dürüst insanına koşmaları hikâyeye iyi bir kapanış sağlarken, bir umut havası da yaratıyor; bu umut beş yıl sonra Varşova Paktı’nın tankları altında kalacak olsa da.
Cannes’daki ödülünden beş yıl sonra ve biten Prag Baharı’nın ardından yasaklanan filminde yönetmen Jasný hayli keyifli, dinamik ve çekici bir dil kullanmış ve bu dil bir Amerikan müzikalinin renkli havasını da taşıyor zaman zaman. Kedinin bakışları ile karakterlerin renklerinin ortaya çıkması unsurunun sağladığı imkânı güçlü (ve zaman zaman bir parça fazla uzayan ve tekrarlanan) bir görsel atmosferi yaratmanın aracı yapıyor film ve müziklerin de sayesinde, sık sık bir müzikal veya bir dans tiyatrosu seyrettiğimiz izlenimine kapılmamızı sağlıyor. Kuşkusuz bu Amerikanvari hava “Bahar”dan sonra işbaşına geçen rejimin onaylayacağı bir sanatsal tavır değildi. Jasný uçarı bir havaya sahip sinema dilinde (örneğin doldurulmuş leyleğin “uçtuğu” sahnedeki hareketli kamera ve bu sahneye eşlik eden müziğin alaycı coşkusu) sadece Amerikan müzikallerinin danslı bölümlerinden değil, farklı kaynaklardan da beslenmiş görünüyor. Örneğin çocukların okul koridorundaki ilk sahneleri, sınıftaki fısıltı sesleri ya da Robert ile müdürün, dışarıdan gelen müzik sesinin kaynağını görmek için balkona doğru adeta dans eder bir tarzda yürümelerinin aralarında olduğu farklı bölümler Fransız sinemacı Jacques Tati’yi çağrıştırıyor oldukça hoş bir şekilde. Çek Yeni Dalgası’nın pek çok filminde çalışan ve yine bu akımın önde gelen yönetmenlerinden Věra Chytilová ile evli olan Jaroslav Kučera’nın görüntülerinden önemli bir destek alan yapıt yalın efektleri ile de dikkat çekerken, iki âşığın bir at arabasının üzerindeki samanlarda birbirine “kaynadığı” sahnede olduğu gibi oldukça hoş ve artistik anlar da yakalıyor.
Film rejime yönelik eleştirilerini elbette çok doğrudan yapmamış ama ima etmekle yetinmediği de açık; hikâyenin ana teması zaten başlıbaşına bir eleştiri olarak, toplumsal durumun karşısına dürüstlüğü, sevgiyi, dayanışmayı, masumiyeti ve hayal gücünün bir aracı olduğu özgürlüğü (“Bu bilimsel değil! Hayal gücü bilimsel değil!”) koyuyor sürekli olarak. Kasabada iktidarı temsil eden güçlerin ve bu güce boyun eğenlerin, tüm bunların kaynağı olarak görebileceğimiz kediyi yok etme ya da en azından ondan uzak durma çabası ise beş yıl sonra güç kullanılarak gerçekleştirilecek olan bastırmanın habercisi olmuş adeta.
Tüm kadronun oldukça keyifli ve fiziksel yönü de güçlü olan performanslar çıkardığı filmde öne çıkan isimler, senaryonun da katkısı ile, hademe rolündeki Vladimír Menšík, Vlastimil Brodský ve Jan Werich olmuş. Prag’da bir caddeye adı verilecek kadar sevilen bir oyuncu olan Brodský’nin hep muzdarip olduğu endişe ve melankolik ruh halinin sonucu olarak, 2002’de 81 yaşında intihar ettiğini ve bu yapıtın onu tanımak / hatırlamak için de hayli eğlenceli bir fırsat yarattığını da belirtelim filmi tüm sinemaseverlere önererek ve zaman zaman senaryonun dağınık görünümünün çok da önemli olmadığını söyleyelim. Gösterime girdiğinde Çekoslavak seyirciden büyük bir ilgi gören filmin yönetmeni Jasný ile ilgili ilginç bir notu da hatırlatmakta yarar var: Cannes’daki ödülden sonra ülkesine dönen yönetmeni sorgulamış gizli polis ve arkadaşları hakkında bilgi vermeye zorlamış. O sırada devlet başkanı olan ve ateşli bir komünist olarak bilinen Antonín Novotný’i aramış yönetmen ve rahat bırakılmazsa intihar edeceğini söylemiş. Neyse ki Novotný onun “çılgın ama şair” olduğunu söyleyerek rahat bırakılmasını sağlamış.
(“The Cassandra Cat” – “When the Cat Comes” – “The Cat Who Wore Sunglasses”)