“Eninde sonunda tarafınızı seçmek zorundasınız”
Bir Vietnamlı kadın, bir İngiliz gazeteci ve gizemli bir Amerikalı üzerinden anlatılan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni Amerikan dış politikasının izlerini süren bir hikâye.
Graham Greene’in ünlü romanından Joseph L. Mankiewicz tarafından yapılan bu uyarlama 2002’deki Phillip Noyce uyarlaması ile kıyaslandığında romanın ruhundan uzaklaşmış görünen ve bu açıdan Greene tarafından da eleştirilmiş bir film. Temel olarak romanın özünü teşkil eden Vietnam’daki Amerikan dış politikası teması filmde üçlü bir aşk hikâyesinin zaman zaman gölgesinde kalmış görünüyor. Buna bir de romanın anti-Amerikan yapısının senaryoda kaybolduğunu eklersiniz, filmin politik açıdan durduğu noktanın epey tartışmalı olduğu açık.
Fransız destekli imparator ve onlarla savaşan komünist güçlerin dışında kalan bir üçüncü yolu temsil eden ve dini referansları da olan bir gruba filmde oldukça muğlak bırakılmış olsa da sağlanan Amerikan desteği bizdeki ılımlı İslam tartışmalarını akla getirmiyor değil. Kaba bir alegori ile kadının Vietnam’ı ve ona aşık olan iki adamın kadına (ülkeye) olan farklı bakışları temsil ettiğini söylemek mümkün. Michael Redgrave’in klasik İngiliz oyuncu geleneğine uygun ve ince çizgiler ile örülmüş oyunu ile canlandırdığı İngiliz gazeteci çarpışan güçler arasında tarafsız kalan, yorgun, bir parça yılgın ve inançsız bir adam. Audie Murphy’nin kimliği ve amacı biraz karışık olan Amerikalısı ile öz güveni yüksek, inançlı, idealist bir adam ve yeni geldiği ülkede biraz şaşkın ve yerel halkının dilini bilmemekten kaynaklanan iletişim problemi ile sanki yeni Amerikan dış politikasını temsil ediyor.
Senaryosunu da Mankiewicz’in yazdığı film zaman zaman İngiliz gazetecinin sesinden anlatılıyor ve zaten oldukça konuşmalı olan film bu seçimi ile aslında hayli başarılı olan görselliğine de zarar veriyor. Gazetecinin hem hikâyeyi anlatırken söyledikleri hem de diğer karakterler ile olan diyalogları sıkı takip gerektiren ve hem onu hem de 1952 yılındaki Vietnam’ı daha iyi anlamaya yarayacak pek çok şey söylüyor ve bu nedenle de dikkatli bir takip gerektiriyor ki bunun da bir süre sonra yorucu olma ihtimali var. Yönetmenin hikâyesini anlatma tarzı klasik Amerikan ustalığının sıkı izlerini taşıyor ve kendisini onca konuşmaya rağmen izletmeyi başarıyor film ama işte yine bu klasik Amerikan sinemasının o kendine özgü garipliklerinden birini yaparak Vietnamlı kadını bir Avrupalı oyuncuya oynatmaktan da geri durmuyor.
Vietnam, kolonileştirme, Amerikan dış politikası üzerine düşünerek Amerikan müdaheleciliğinin günümüzdeki örneklerine kadar uzanan bir yolu anlamak için ideal bir film olmayabilir ama yine de hatırlattıkları ve gündeme getirdikleri ile önemli olabilecek bir film. Üçlü aşk hikâyesi senaryoda aldığı onca yere rağmen gereği kadar vurucu olmasa da özellikle İngiliz gazetecinin ikilemleri ile ilgi toplayabilir. Filmi seyrettikten sonra en doğrusu Greene’in romanını okumak (yeniden) olsa gerek.
(“Sakin Amerikalı”)