Siyasetçi ve yazar Samet Ağaoğlu’nun 1944 – 1965 arasında yayınlanan öykülerinin toplandığı kitap klasik öykü anlayışı ile yazılanların yanısıra hatıralarını da içeren bir çalışma. Hemen tüm öykülerde hastalıklı veya başta kendisi ile olmak üzere etrafındaki her şey ile çatışma halinde olan karakterlerle dolu olan öykülerde ağır basan da mutsuzluk, karamsarlık ve acı gibi görünüyor. Öyle ki yazarın kitap boyunca en çok kullandığı kelimelerden biri ızdırap (daha doğrusu yazarın kullandığı hali ile ısdırap).
Öykülerin kimi başka ortak özellikleri de var: Örneğin hemen hep bir anlatıcı var öykülerde. Karakterlerden biri diğer(ler)ine başından geçenleri anlatıyor sürekli. Zaman zaman her biri ayrı birer öykü olacak bu küçük öyküler “Ridilemet Nüklüm Telada” adlı çalışmada olduğu gibi ortak özellikler taşır veya belli bir kavram üzerinde dolanırken, pek çoğunda herhangi bir ortaklıkları olmadan bir araya toplanmışlar gibi görünüyor. Öyle ki yazarın bazı taslaklarını küçük öyküler halinde bir büyük öykünün içine atıverdiğini düşündürtüyor. Öykülerin bir kısmında neden yazarın dışında bir anlatıcıya başvurulduğu da sorgulanabilir aslında. Doğrudan yazarın yerine çoğunlukla “hastalıklı” bir karakterin hatıralarını anlatmasının esere ne kattığı tartışmaya oldukça açık göründü bana. Bir başka eleştiri konusu da kimi hikâyelerin, örneğin “Hücredeki Adam”, tıpkı bir sinema filminin kurgusunda atmaya kıyılamayan ama hikâyenin sarkmasına neden olan fazlalıkları barındırması gibi gereksiz bölümlerle uzamış görünmesi. Son olarak yazarın siyasi olarak Türk sağında yer alması nedeni ile o dönem için “normal” kabul edilebilecek kimi yaklaşımlarını da vurgulayalım. “Babam” hikâyesindeki zalim ağanın Ermeni olduğunun vurgulanmasının ve özellikle “Ridilemet Nüklüm Telada” adlı hikâyedeki “… ilk bakışta eskici Yahudilere benziyor, insana çekinme ve güvensizlik hisleri veriyordu” ifadesinin tipik bir muhafazakâr bakışın örneği olduğunu söylemek mümkün.
Ağaoğlu’nun sık sık başvurduğu temalardan biri baba ve çocuk (özelikle oğul) ilişkileri. Çocuk sahibi olma duygusunun bir paranoyaya neden olmasını anlatan “Oğlum” veya yazarın babasını anlattığı “Babam” adlı öyküler bu ortak temanın en yoğun kullanıldığı hikâyeler. Bunlardan ikincisinde yazarın daha çok anı formatında hareket ederek ortaya müthiş dokunaklı bir iş çıkardığını söylemek gerek. Özellikle hikâyenin sonlarındaki duygu yoğunluğundan etkilenmemek imkânsız. Adalet de sık sık uğradığı bir tema yazarın. Adaletin yokluğunu (daha doğrusu eşitliğin yokluğunu) kabul eden ama bunu nerede ise değiştirilemez gören karakterlerin isyana çağırmaktan çok boyun eğmeye eğiilim göstermesi de ilginç aslında. “Bir Hastanın Rüyaları” adlı öyküdeki “Orada işittiğin iniltiler burada neş’e ve kahkahaya bedeldir” cümlesi veya “Katırın Ölümü” öyküsündeki “İnsanlar ve hayvanların bir kısmı zavallı kalacaktır, öteki kısmının zavallı olmaması için” ifadesi bu kabullenmenin örnekleri olarak gösterilebilir.
Demokrat Parti iktidarında bakanlık da yapmış olan ve 27 Mayıs 1960 darbesi ile ömür boyu hapis cezasına çarptırılan, 1964’deki afla cezaevinden çıkabilen Ağaoğlu’nun çoğunluğu “dengesiz” olan karakterlerini hayli yoğun ve etkileyici şekilde anlattığı karakterler, yukarıdaki eleştirilerim bir yana, aslında okuyucuyu hayli derinden etkileyecek profillere sahipler ve drama dayanıklı olanları (“Büyük Aile” hikâyesi çok karakterli yapısı ve dram yoğunluğu ile birkaç sezonluk bir televizyon dizisine kaynaklık edebilir örneğin) kesinlikle avuçlarının içine alacaklardır. Yazarın üslupçu denebilecek yaklaşımından çıkan hikâyeler kitabın arka kapaktaki tanıtımında söylendiği gibi “insan ruhunun derinliklerine sızan ve inceliklerini yakalayan” eserler ve kesinlikle okunmayı hak ediyorlar. “Katırın Ölümü” öyküsünde katır karakteri üzerinden anlatılan “bahtiyarlığa dayanamama” duygusu veya baba ile oğul ilişkilerindeki çatışma, beklenti, korku ve özgürlük kavramları üzerinde dönüp duran incelemelere sahip olan tüm hikâyeler bu okuma gerekliliğini doğrulamaya yeter zaten.