A Civil Action – Steven Zaillian (1998)

“Gerçek mi? Ben mahkemelerden konuştuğumuzu sanıyordum. Mahkemelerin gerçeği arama yeri olmadığını bilecek kadar uzun bir süredir bu işin içindesin. Orada gerçeğe azıcık benzeyen bir şey bulursan, şanslısındır”

Şehir suyunu kirleterek insanların lösemi olmasına neden olduğu iddia edilen bir firmaya karşı açtığı davayı sonuna kadar götürmekte inat eden ve ortağı olduğu firmayı finansal açıdan riske sokan bir avukatın hikâyesi.

Jonathan Harr’ın aynı adlı kitabından uyarlanan bir ABD yapımı. Senaryoyu da yazan Steven Zaillian’ın sadece üç filmden oluşan sinema yönetmenliği kariyerindeki ikinci çalışması olan bu eser gerçek bir hikâyeyi anlatması ve Amerikan hukuk sisteminin, aslında tüm hukuk sistemlerinin ana amaçlarının (ya da süreçlerinin sonucunun) çoğunlukla adaleti sağlamak olmadığını göstermesi ile önem taşıyan bir çalışma. Başroldeki John Travolta’nın ancak idare ettiğini söyleyebileceğimiz filmde başta Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar kazanan Robert Duvall olmak üzere hayli sağlam performanslar sunan bir oyuncu kadrosu var ve filmin aksayan pek çok yönünü -avukatın dönüşümündeki inandırıcılık problemi, hikâyenin odak noktasını sık sık yanlış ve farklı yerlerde belirleyip sonunda bir avukatın kişisel macerasına dönüşmesi vs.- onların başarısı örtüyor. Zaillian’ın bazı sahneleri, başta gerilim olmak üzere içerdiği tüm duyguları ile vermeyi başaran yönetmenlik çalışmasının sonucu ilgi gösterilebilecek ama Hollywood sinemasından bekleneceği gibi ticarî tercihleri nedeni ile belli bir düzeyi de aşamayan bir çalışma.

Harr’ın 1995 tarihli kitabı 1980’lerde Massachusetts’in Woburn şehrinde yaşanan gerçek bir olayı anlatan, kurgusal olmayan eserler arasında Ulusal Kitap Eleştirmenleri’nin ödülünü kazandığı gibi okurun da ilgi gösterdiği bir çalışma olmuş. Yapımcıları arasında Robert Redford’un da olduğu film bu kitaptan bir kurgusal hikâye çıkarırken odağını zaman zaman yeterince net belirleyememiş ya da sık sık değiştirmiş ki bu da filme zarar veriyor. Harr’ın kitabı ABD’de pek çok hukuk fakültesinde öğrencilerin okuması istenen bir eser; çünkü Amerikan hukuk sistemi üzerine ve gerçek bir hikâyeyi de ele alarak epey bilgi veriyor. Film de açılış sahnesinden başlayarak odağını buraya koyacak gibi görünüyor ve hikâye boyunca da zaman zaman uğruyor ülkenin adalet sisteminin derdinin aslında pek de adalet dağıtmak olmadığı konusuna. Ne var ki öğrencilerine bu kitabı okutan üniversitelerden mezun olanların icra ettiği avukatlık mesleğinin ABD’de en sevilmeyen mesleklerden biri olmasının da gösterdiği gibi okuyanın da okutanın da asıl amacı bu adaletsiz sistemi değiştirmek değil, bu sistemin içinde kazanmak için ne yapmak gerektiğini öğrenmek olsa gerek. Film de benzer şekilde bu sistemi eleştiren sözlerle başlıyor ve o havada devam edecek gibi görünüyor ama sonuçta nerede ise kişisel bir hikâyeye dönüşüyor. Kurbanın değil (kurbanlardan birinin annesi olan Anne Anderson’ı canlandıran Kathleen Quinlan’a senaryonun biçtiği pasif rolü düşünün), onlar adına savaşan “kahraman”ın öne çıkması da bunun göstergesi şüphesiz.

Tazminat davaları ile ilgilenen ve 3 avukatın çalıştığı bir şirketin ortaklarındandır Jan Schlichtmann. Onu filmin açılışında tekerlekli sandalyedeki müvekkilini adliyenin koridorlarında taşırken görüyoruz ve John Travolta’nın canlandırdığı bu avukatın dış sesinden tazminat davalarında mağdur insanlara biçilen değerlerin neye göre belirlendiği üzerine bir konuşma dinliyoruz. Siyahların beyazlardan veya yoksulların zenginlerden daha değersiz olduğunu, en mükemmel kurbanın ise profesyonel bir iş hayatı olan beyaz bir erkek olduğunu açıklayan bu konuşmadan sonra duruşma salonuna giriyoruz ve avukatımız ile suçlanan firmanın avukatı arasındaki sessiz konuşmalar sonucu tazminat tutarı üzerinde anlaşılmasına ve duruşmanın başlamadan bitmesine tanık oluyoruz. Kazanma ihtimalinin düşük olduğu veya karşı tarafın yüklü bir tazminatı ödeyebilecek büyüklükte olmadığı davalarla ilgilenmeyen küçük bir şirketin ortaklarından biridir avukatımız ve Boston’un en gözde 10 bekârından biri olarak katıldığı bir radyo programına bağlanan ve davaları ile ilgilenmediği için kendisine sitem eden bir anneye canlı yayında hayır diyemediği için istemediği bir davaya bulaşmak zorunda kalır. Steven Zaillian’ın senaryosunun zayıflıklarından biri burada gösteriyor kendisini; kibirli avukatın ret ettiği ve prensiplerine tamamen ters düşen bir davayı almaya karar vermesini ve özellikle de bu dava uğruna hem kendisinin hem diğer ortakların kariyerlerini ve şirketini riske atmasını yeterince inandırıcı kılamıyor bu senaryo. Üstelik hikâyenin kurbanları değil, onu öne çıkarmasına rağmen bunun başarılamaması filmin aleyhine olmuş elbette.

Senaryonun adalet eleştirisi de yeterince iyi işlenemiyor; Robert Duvall’ın hayli incelikler içeren bir performansla canlandırdığı firma avukatının oyunları, mahkeme salonunda ya da yargıcın odasında yaşananlar ve tazminat davalarının ruhu ile ilgili tüm o diyaloglara rağmen film bu konuda güçlü bir eleştiri sunamıyor bize. Belki bunu bir tercih olarak da görmek gerekiyor; sonuçta Hollywood kökten bir sistem eleştirisini kaynağı değil ve tarihi içinde böyle bir role talip olduğu da pek söylenemez. Buna karşılık Zaillian yönetmenliğinde daha iyi bir iş çıkarıyor. Hemen her sahnenin ruhuna uygun bir sahneleme ve sinema dili ile sizi o sahnedeki karakterlerin arasına katmayı ve onların hissettiklerini paylaşmanızı sağlıyor. Örneğin tanıkların duruşma öncesindeki sorgulamalarını izlediğimiz sahneler çok başarılılar ve filme olan ilgiyi artırıyorlar. Avukatın ünlü sinemacı Sydney Pollack’ın canlandırdığı bir karakterle olan konuşmasını ortaklarına anlattığı sahnede de kendisini göstermiş yönetmen. Zaillian önemli bir avantajı da çok iyi değerlendirmiş. Travolta rolünde pek parlamıyor ama yardımcı karakterlerin tümünü canlandıran oyuncular -eğer Kathleen Quinlan gibi senaryonun azizliğine uğramamışlarsa- parlak performanslar sunuyorlar. Duvall’a ek olarak James Gandolfini ve William H. Macy özellikle anılmayı hak ediyorlar oyunculukları ile.

Dava için harcamak zorunda kaldıkları para nedeni ile firmanın zor duruma düşmesini ana konusu yapan film buradan yola çıkarak sorabileceği ve aslında sorması gereken çok basit ve önemli bir soruyu sormaya ise yanaşmıyor bile: “Paranız yoksa adalete erişemeyecek misiniz bu düzende?” Neticede bir Hollywood filmi bu ve belki de bu soruyu sormasını değil, aksine unutturmasını normal karşılamamız gerekiyor. Gerçek Anne Anderson’ın filmi gördükten sonra söylediklerini de bilmekte yarar var: “Bence film bizi üzgün kurbanlar olarak gösteriyor sadece… Jan (avukat) ise bizi kurtarmaya gelen Mighty Mouse (Amerikan televizyonlarında yayınlanan bir çizgi filmdeki süper kahraman fare) gibi gösterilmiş. Oysa gerçek böyle değildi. Jan ortaya çıkmadan önce ben kişisel olarak epey çalışmış ve çok ilerlemiştim”.

Duvall’in Oscar’ına, zengin kadrosuna ve yola çıkılan kitabın popülerliğine rağmen ABD’deki gişe geliri bütçesinin altında kalan film önemli kusurlarına karşın ve özellikle de Zaillian’ın yönetmenlik çalışması ile ilgiyi hak eden, Hollywood’un toplumsal duyarlılığının ve liberalliğinin (Redford’un yapımcı olduğunu hatırlayalım) sınırları olduğunu hatırlatan bir çalışma.

(“Dava”)

(Visited 356 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir