Abuzer Kadayıf – Tunç Başaran (2000)

abuzer-kadayif“Atasözü, tekerleme çok kullanacaksan. Halk böyle konuşanı çok seviy, biliin mi? Hee, araya din iman lâfları da sıkıştır; iyi gider”

Sokak çocukları için gerçekleştirmeyi planladığı bir projeye para bulmak üzere arabesk şarkıcı kimliğine bürünen bir üniversite hocasının hikâyesi.

Kandemir Konduk’un senaryosu ve Tunç Başaran’ın yönetmenliği ile bir popüler kültür eleştirisi; bir başka ifade ile söylersek popüler kültürü simge olarak kullanarak toplumun kültürel, siyasal ve sosyal açıdan yozlaşmasının hikâyesi. Metin Akpınar’ın, karakterinin birbirine taban tabana zıt iki kişiliğini ustalıkla olarak oynadığı film komedi ile dramı -her zaman olmasa da- dengeleyebilmesi ve bir derdi olan hikâyesi ile ilgiyi hak ediyor. Hikâyeyi daha yalın kılacak ve bunun sonucu olarak filmin derdini daha iyi ve daha üst düzeyde anlatacak sadeleştirmelere ihtiyacı olduğu görünen çalışma, Türkiye’nin geçirdiği değişimler ve nereye doğru gittiği konusundaki tartışmalara ilişkin pek yeni bir şey söylemiyor aslında ve senaryo da kimi zamanlar fazla doğrudan iletiyor mesajını açıkçası. Yine de gündeme taşıdıkları ile önemli bir çalışma bu.

Bir sosyoloji profesörü olduğunu düşündürten derslerinde öğrencilerine anlattıklarını ve tezlerini adeta toplum üzerinde deneyen bir karakter Metin Akpınar’ın canlandırdığı üniversite hocası. Arabesk/fantezi türünde şarklılar söyleyerek büyük bir yıldız olan adamın iki farklı hayatı üzerinden toplumdaki halk ve entelektüel çatışmasına göndermede bulunan hikâye, -bir parça fazla uzatılmış olsa da- sonlardaki “aynada kendisi ile yüzleşme” sahnesinde bu çatışmayı daha görünür kılıyor ve pek de umut vaat etmeyen bir gelecek öngörüyor toplum için. Talat Bulut’un çok başarılı bir biçimde canlandırdığı ve nerede ise Metin Akpınar kadar öne çıktığı menajer karakterinin yönlendirmeleri ile yaratılan bir yıldız kahramanımız. Zenginlik içinde yaşarken yoksulluk edebiyatı yapan, ahlâktan söz ederken ahlâksızlıkların peşinde koşan, o konularla hiç ilgisi olmadığı halde din, iman ve Allah sözlerini dilinden düşürmeyen bu adam kuşkusuz sadece bu hikâyedeki gibi şarkıcıları değil, toplumun “popüler tüm kahramanlar”ını da temsil ediyor. Hikâye boyunca adamın şarkıcı kişiliğindeyken söylediklerinin, yaptıklarının tümünü popüler olmuş herhangi bir siyasetçide de aynen görmek mümkün örneğin. Dolayısı ile filmin toplumdaki yozlaşmaların sadece kültürel olanını değil, her alandaki dejenere eğilimlerin derdini taşıdığını söyleyebiliriz rahatlıkla. Evet, tüm toplumlar için geçerlidir kolay/yüzeysel/basit olanın kaliteli olanın önüne geçmesi ama bizde dozu hızla artan bir şekilde gerçeğimiz haline dönüşmüş bir resim bu ve finalin de vurguladığı gibi aksi bir yönde gelişim için herhangi bir işaret yok ortada. Kandemir Konduk’un çeşitli problemleri olan senaryosunun sanattan siyasete ve medyaya pek çok farklı alandaki yozlaşmayı sergiler ve mafya gibi unsurları da gündeme getirirken -çoğu tanıdık gelse de- etkili değinmelere sahip olduğunu söylemek mümkün. Dile getirdiği sorunun gerçek nedenleri ve çözümleri konusunda fazla derinlikli değil ne var ki bu senaryo ve kimi klişelere de kendisini teslim etmiş görünüyor. “Halka doğrunun, güzelinin, iyinin gösterilmiyor olması” tek nedeni olamaz kuşkusuz gittikçe artan bu düzeysizliğin.

Senaryonun birkaç problemi var ve bunlardan biri de klişe tiplemeler: Örneğin eşcinsel yardımcı ve roman çalgıcılar konuşmaları ve vücut dilleri ile kaba bir güldürüden kopyalanmış gibi duruyorlar. Bunun yanında, senaryonun kimi bölümleri rahatlıkla atılabilir, hatta atılmalıyımış gibi görünüyor. Örneğin film çekme sahnesi tamamı ile gereksiz ve üstelik de komik olmadığı için temponun düşmesine neden oluyor. Bu sahne muhtemelen, popüler olanın yeteneğinden bağımsız olarak istediği her alanda rahatlıkla top oynatabildiğini göstermek için eklenmiş hikâyeye ama filme herhangi bir katkısı olmamış. Gösterime girdiği sıralarda baş karakterin İbrahim Tatlıses’ten esinlendiği iddia edilmişti ki açıkçası karakterin tüm özellikleri de bunu işaret ediyor. Onun da yönetmenlik geçmişi olduğunu düşününce bu sahnenin belki buna da bir gönderme olduğu söylenebilir ama yine de sahnenin anlamsızlığını açıklamıyor bu durum. Senaryonun karakterin akla getireceği her şeyi barındırmaya çalışması filmin gereksiz yükler taşımasına ve bir süre sonra tekrara düşmesine de neden olmuş ki bu da zayıflatıyor hikâyeyi.

Kahramanımızın kendisine yeni bir kimlik edinmsi için gerekçe olarak gösterilen, sokak çocukları ile ilgili hikâye pek inandırıcı değil açıkçası ve bunun yerine örneğin bir “sosyal deneme” çok daha ikna edici olabilirdi. Bu nedenle filmin geneli içinde sokak çocukları da bir yama gibi duruyor çoğunlukla. Filmin bu ikna edicilik sorununda en büyük yardım kaynağı ise Akpınar ve Bulut’un oyunculukları. Akpınar şarkıcı olarak göründüğü sahnelerde çok inandırıcı ve Zeki Alasya – Metin Akpınar filmlerinde gösterdiği oyunculuğu tekrarlıyor olmasına rağmen karakterini eğlenceli kılabiliyor. Sanatçının asıl başarısı profesör olarak göründüğü sahnelerdeki performansı: Sade bir oyunculukla onlarca kez tekrarladığı mimiklerini bir kenara koyuyor ve sıkı bir karakter oyuncusu tadında bir gösteri sunuyor bize. Onun bu sadeliğine Talat Bulut da eşlik ediyor ve abartmaya çok müsait bir rolde -günümüzün sulu yerli komedilerinde defalarca olduğunun aksine- yalın performansı ile karakterini hayli sağlam bir şekilde çiziyor.

Özkan Turgay’ın bestelediği ve sözlerini Kandemir Konduk’un yazdığı şarkıları (özellikle filmle birlikte popüler olan “Çak O zaman” şarkısı sadece melodisi ile değil, sözleri ile de dikkat çekiyor) Metin Akpınar kendisi seslendiriyor başarılı bir şekilde ama keşke zaman zaman ortaya çıkan senkronizasyon problemine bir çözüm bulunsaymış. Gerek bu şarkı gerekse hikâyenin tümü üzerinden düzeysizliğin/cahilliğin/kabalığın iktidar olduğu bir toplumu anlatmaya soyunan film ne yazık ki bugün düzeyi daha da artmış olan bu yozlaşma için herhangi bir umut vaat etmiyor seyircisine; bunu filme bir eleştiri olarak değil bir gerçekçi saptama olarak kabul etmek gerekiyor. Tunç Başaran’ın minzanseni genel olarak doğru görünürken bir biçimsel tercihinin aksadığını söylemek gerek: Talat Bulut’un karakterinin bir iki sahnede seyirciye hitap ederek konuşması filmin genel üslubu içinde sırıtıyor çünkü film seyirci ile bu tür bir “iletişim”e sadece bu bir iki sahnede giriyor ve sonuç da sırıtan bir deneme oluyor sadece.

(Visited 1.558 times, 6 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir