“Burası Haydarpaşa Garı, İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapılarından biri. Bu kapıdan her gün İstanbul’un taşı toprağı altındır hayali ile bir sürü Anadolu insanı akar bu şehire. Hepsinin yüreği daha iyi bir hayat şartına kavuşmak ümidi ile doludur. Yazık ki bu insancıkların pembe hayalleri her zaman, diledikleri gibi gerçekleşmez. Ama gerçekleşeni yok mu, vardır; çok nadir de olsa vardır elbet. İşte öykümüz bunlardan birinin, Sivaslı Memet’in öyküsü”
İş bulmak için zengin hemşehrisinin yanına, İstanbul’a gelen saf ve iyi yürekli Sivaslı Memet’in tesadüfen öğrendiği bir suikast girişimini şarkıcı bir kadınla birlikte durdurmaya çalışmasının hikâyesi.
Ahmet Üstel’in senaryosundan Süreyya Duru’nun çektiği bir komedi filmi. Başrollerinde Mehmet Keskinoğlu ve Füsun Önal’ın yer aldığı film, tahta bavulu ile Haydarpaşa Garı’ndan istanbul’a karışan saf bir gencin amatör dedektifliğinin hikâyesini anlatıyor. Üstel’in özellikle hikâyenin ikinci yarısında iyice açılan ve daha derli toplu bir havaya bürünen senaryosu, Keskinoğlu’nun başta biraz yadırgatan ama alıştıkça sevilen oyunu ve gittikçe artan temposu ile seyircisini eğlendirmeyi başaran bir çalışma bu. Sinemamıza has pek çok kusura sahip olan film, bu kusurlarına rağmen güldürebiliyor ve zaman zaman da vasatın hayli üzerine çıkıyor.
Film bir anlatıcının sesi ile başlıyor ve bu dış ses karakterimizi kısaca tanıtıp hikâyesine bir giriş yaptıktan sonra gerisini -kendi ifadesi ile- Memet’e bırakıyor. İlk sahneler açıkçası İstanbul’a gelen saf bir gencin Yeşilçam’da pek çok defa anlatılmış hikâyelerinden farklı bir şey göstermiyor bize. İyi niyetle yaptığı yardımlar karşılığında verilen parayı ret ediyor, yerde bulduğu para ile aldığı yemeğini kendisine iştahla bakan iki çocuğa veriyor veya üzerindeki tüm parayı bir üçkâğıtçıya kaptırıyor vs. Bu ilk sahneler filmin aksayan yönlerinden bazılarının da ilk ortaya çıktığı bölümler. Hemen tüm dış çekimlerde “kameraya ve oyunculara bakan” halkı görüyoruz örneğin ama daha da önemlisi karakterin değişiminin inandırıcı kılınamaması, daha doğrusu karakterin saflık ile açıkgözlük arasında gidip gelmesi. Bu ikincisi kuşkusuz Yeşilçam’ın tipik senaryo problemlerinden biri ve bu sinemanın da genellikle burada olduğu gibi oyuncunun sempatikliği veya hikâyedeki aşırı dramatik (veya komik) unsurlarla çözdüğü (ya da çözdüğünü düşündüğü) karakteristik sorunlarından biri. Beli iple bağlanmış bir pantolon giyen adamın kendisine işe alan bir mobilyacı tarafından nerede ise züppe bir kıyafete sokulması belki çarpıcılık üzerinden bir mizah yaratıyor ama hiç de inandırıcı değil elbette.
Filmin en büyük kozu kuşkusuz ki Mehmet Keskinoğlu. Bu önemli tiyatro oyuncusunu sadece üç filmde (“Aç Gözünü Memet” dışında, Bilge Olgaç’ın sinemamızın önemli filmlerinden biri olan “Açlık” ve bir hafif erotik komedi olan ve yine Olgaç’ın yönettiği “Şöhret Budalası”) değerlendirebilen Yeşilçam’ın kaçırdığı fırsatı hatırlamamızı sağlıyor bu filmdeki performansı ile usta oyuncu. Açıkçası başta hayli yadırgatan bir performansı var oyuncunun burada. Adeta bir çizgi film karakteri seyrediyor gibiyiz ve yönetmen Duru’nun sık sık başvurduğu yakın plan yüz çekimleri de olumsuz anlamda altını çiziyor bu oyunculuk şeklinin. Oyuncunun mimiklerini fazlası ile kullanması ve kendisini seslendirirken yaptığı tercihler de destekliyor bu durumu. Ne var ki tıpkı hikâye ilerledikçe senaryonun açılması gibi Mehmet Keskinoğlu’nun oyunu da gittikçe daha doğru ve yerinde görünmeye başlıyor; hikâyenin tüm yükünü sırtlayan bir şekilde, dur durak bilmeyen temposu ile seyircinin ilgisinin hep ayakta kalmasını sağlıyor. Zaten tempolu oynayan bir oyuncuya sahipken, Süreyya Duru’nun bir sahnede neden hızlandırılmış bir gösterime başvurduğunu sorgulamanızı sağlıyor oyuncunun hızlı temposu. Keskinoğlu’nun başarısı bir amatör dedektife dönüşen Sivaslı Memet’in hiç de inandırıcı olmayan dönüşümünü bir şekilde gerçekçi de kılıyor ki bu da filmin önemli kusurlarından birinin onun sayesinde üzerinin örtülmesi demek. Mehmet Keskinoğlu’nun karakteri ve onun bu karakteri canlandırma biçimi yakın tarihli bir başka karaktere ve onu canlandıran oyuncunun performansına da hayli ilham vermiş görünüyor: Gülse Birsel’in yazdığı “Avrupa Yakası” dizisindeki Burhan Altıntop karakteri ve onu oynayan Engin Günaydın.
Keskinoğlu’na başrolde eşlik eden Füsun Önal’ın filmdeki temel varlık nedeni kuşkusuz ki seslendirdiği şarkılar (“Seni Beklerken” (Suzi Quatro’nun “Can The Can” şarkısından uyarlanmış), ve filme adını veren “Aç Gözünü” (Demmis Roussos’un “When I’m A Kid” şarkısından uyarlanmış). Her ne kadar şarkılarının ikisini de birer kez baştan aşağıya dinlesek de söylendikleri sahneler (özellikle ikinci şarkı için geçerli bu) hikâyeye akıllıca yedirilmiş ve sadece şarkının popülerliğinden yararlanma kolaycılığı ile yetinilmemiş. Füsun Önal da bu sahnelerin ilkinde çılgın dansı ve ikincisinde de oyunculuğu ile göz dolduruyor. Ahmet Üstel’in senaryosunun onu baş erkek oyuncunun yanındaki bir süs olmanın ötesine taşımasının da yardımı ile Füsun Önal hikâyenin önemli karakterlerinden biri olarak hiç aksamadan canlandırıyor karakterini. Üstel’in ikinci yarısında bir vodvili anlandıran senaryosundaki hemen tüm karakterleri elle tutulur ve gerçekçi bir şekilde çizmesi filmin önemli artılarından biri. Şemsi İnkaya’nın komedilerimizde pek rastlamadığımız türden bir ekonomik oyunculukla canlandırdığı kıskanç sevgili ve İhsan Yüce’nin keyifli kiralık katil performansı başta olmak üzere tüm yan kadro haklarını veriyorlar rollerinin ve Üstel’in senaryosunun karakterlerini canlı kılmasının tadını çıkarıyorlar.
Sinemamıza o tarihlerde hâkim olmuş olan ve ileride pornoya kadar uzanan uç örnekler de üreten erotik sinema anlayışından neyse ki fazla etkilenmemiş görünüyor film. Dönemin modası olan mini eteği bolca gördüğümüz filmde, tüm finalin geçtiği ve hayli eğlenceli otel bölümünde göndermeler var erotizme ama kesinlikle rahatsız edici olmadığı gibi hikâyeye kesinlikle yakışan bir renk katıyor bu durum. Ahmet Üstel’in başta yanlış anlamalar veya yanlışlıklar olmak üzere ustaca yazdığı bu otel bölümü “elden ele geçen bombalı radyo” sahnesinden çok sayıda karakterin koreografisinin eğlenceli bir şekilde oluşturulmasına kadar farklı nedenlerle oldukça başarılı bir şekilde çekilmiş olması ile dikkat çekiyor ve bu başarıda hem Üstel’in hem Duru’nun önemli bir payı var şüphesiz.
Memet karakterini İstanbul’a ilk kez gelen bir Anadolulu saf genç olarak çizmek yerine İstanbullu bir saf genç olarak tasarlamak çok daha doğru olurmuş açıkçası ve bu şekilde daha inandırıcı bir sonuç da elde edilebilirmiş. Yine de çok zorlama içermeyen ve kurgusu iyi oluşturulmuş senaryosu ile eğlenceli bir film bu.