“Ben onu hayal ettikçe, görüntüsü eriyen kar gibi soluklaştı”
Ölmekte olan bir adama son anında teselli verebilmek için onun kayıp kızının yerine geçmesi istenen bir kadının hikâyesi.
Güney Kore sinemasından bağımsız havalı ve zaman zaman minimalist bir film. Hemen tamamı ölmekte olan bir adamın olduğu bir evde ve evin etrafında ve büyük bölümü aralıksız konuşmalarla geçen bu filmin kahramanlarını adamın akrabaları, komşuları ve Seul’de bulunmayan kayıp kızın yerine geçen kadın karakteri oluşturuyor.
Ölmekte olan bir insanın başındakilerin o gerilimli sıkıntısını büyük sözler etmeden gösteriyor film. Bu sıkıntılı bekleyişin içindekiler bir an çığlık çığlığa ağlarken, o an için ölüm gerçekleşmeyince seyretmekte oldukları dizilerine ve dedikodularına dönebiliyorlar. Bir yandan ölümün o her şeyi sorgulatan büyüklüğü, öte yandan önünde sonunda dönülecek olan sıradan hayatlarımızın kaçınılmaz gücü. Bu gergin bekleyiş elbette kimi üstü örtülü çatışmaları, tartışmaları da açığa çıkarıyor. Tüm bu karmaşadan uzak duran iki karakter var; kendisinden istenen rolü oynayan ve Hyo-ju Han tarafından incelikli ve sade bir şekilde canlandırılan kadın ve kayıp kızın eski sevgilisi. Filmin son bölümünde bu ikisi arasında Seul’e dönüş yolculuğu sırasında gerçekleşen diyaloglar ve yapılan itiraflar filmin en başarılı sahnelerinden birini oluşturuyor. Filmin bir de çok parlak bir kısa sahnesi var: Gecenin ilerleyen saatlerinde bekleyişin yorgunluğunu taşıyan karakterlerin tümünü tek ve kısa bir çekimle gösteren sessiz bölüm. Burada kimi uyur, kimi boşluğa bakar ve kimi de kim bilir hangi sorgulamaları içeren düşüncelere boğulmuşken kamera sabit bir şekilde sanki insanın o zavallı hallerini sergiliyor bize.
Bu bol konuşmalı filmin temel sıkıntısı kimi diyalogları, örneğin baş roldeki kadın ile eski sevgili arasında geçen Seul’e dönüş yolculuğundaki veya suyun başındaki konuşmaları, oldukça parlak iken, bazı bölümlerde sıradan konuşmaların sıkıcılığa dönüşmesine engel olamaması. Bir başka problem de hikâyenin derdinin ne olduğunu ortada bırakması ve sonlardaki itirafa giden sorgulama sürecini seyircinin kendisinin keşfetmesini beklemesi. Oysa bu itiraf anı filmin duygusal anlamında zirve noktası ve insanın içinde sakladığı ve paylaşamadığı için kendisine yük olan gerçekleri dile getirebilme özgürlüğünü özlediği anı abartmadan ve sakinlik içinde ve işte tam da bu nedenle etkileyici bir şekilde gösterebilmesi.
Seyircisinin hikâyesine eşlik etmesini zaman zaman zorlaştırsa ve sonu dışında biraz fazla vurgusuz bir senaryosu olsa da, hayatlarımızı sorgulamak üzerine kimi ilginç tespitleri de barındıran küçük ve zarif bir film.
(“Ad Lib Night” – “Bir Gece Birdenbire”)