“Türkiye’ye dönünce ne mi yapacağım? Öleceğim; bu çalışmaya can mı dayanır?”
Almanya’da işçi olarak çalışan bir Türk kadınının oraya yerleşmek isteyen bir köylüsü ile para karşılığı evlenmesi ile gelişen olayların hikâyesi.
Şerif Gören’in Almanya’daki işçi bir Türk kadınının hikâyesi üzerinden Alamancılar’ın sorunlarına değinmeye çalıştığı bir film. Türk sinemasının geleneksel sorunu olan senaryosundan kaynaklanan ciddi sıkıntıları olan film yine sinemamızın bir başka geleneksel sorunu olan bir defada çok şey anlatmaya kalkışmanın neden olduğu problemlere de sahip. Yine de Türk sinemasının 1979’daki kısıtlı maddi koşulları ile hemen tamamı Almanya’da çekilen bu film konusuna sorumlu yaklaşımı, Yeşilçam’ın sıradan yapımlarının yaklaşımlarından uzak duran yapısı ve belki de asıl olarak sinemamızın kesinlikle yeterince üzerine eğilmediği bir konuyu gündemine almış olması ile önemli.
Filmin kusurları ile başlayalım. Zehra Tan’ın ilk ve tek senaryosundan yola çıkan film ne çok şey anlatmaya soyunmuş! Alamancılar ve onların Almanya’da ikinci sınıf insan olarak hayatları, Türkiye’deki yoksulluktan, işsizlikten ve 1979’un bir gerçeği olan anarşiden kaçarak kapağı başka bir ülkeye atmaya çalışanlar, Erzurum’un köyünden Almanya’nın bir büyük şehrine, Berlin’e gelen Türkler’in uyum sorunları, bir kadının erkeklere ait olan bir dünyada yaşadığı ilave sıkıntılar, makineler insanların yerini aldıkça işçi sınıfının yaşadığı sorunlar (işsizlik korkusundan sürekli yükselen hedeflerden kaynaklanan performans baskısına kadar) veya Türk erkeklerinin bastırılmış cinsellikleri nedeni ile sarışın Alman kadınlarla karşılaşınca kolayca yoldan çıkmalarına filmde ne ararsanız var. Elbette film tüm bunları ve hatta daha fazlasını hikâyesinin bir parçası yapabilir ve ortaya uyumlu bir bütün çıkarabilirdi ama burada sorun pek çok sahnenin bu yan konuları filme yedirmek için oluşturulduğunun çok açık olması ve bunun da rahatsız etmesi. Vasat bir kurgunun daha da olumsuz hale getirdiği bu durum kimi karakterleri de anlamsız kılmış. Hülya Koçyiğit’in canlandırdığı kadının başta hiç yüz vermediği kocasına birdenbire sığınmasına neden olan tacizci erkek örneğin, filmden tümü ile atılsa olurmuş. Olurmuş çünkü kadın kocasına sığındığı anda öylesine hızlı bir aşka tanık oluyoruz ki hani nerede ise tacizci adamın hikâyedeki tek varlık nedeni bu aşkla birlikte tanık olduğumuz ve değme Yeşilçam filmlerini aratmayacak sahneleri çekmek diye düşünüyorsunuz. Filmin genel olarak çok şey anlatmaktan kaynaklanan bir “göster, tespiti yap ve bir sonrakine geç” diye tanımlanabilecek bir bakışı olmuş sanki.
Dönem “Boney M” ve “Rasputin” yılları ve kadının çalıştığı fabrikada pikaptan aralıksız bu ve benzeri tempolu şarkılar çalınıyor işçilerin daha çok çalışması için. Hikâyemizin bu şarkıları ve sürekli tekrarladığı mekanik bir sesle yavaş çalışan işçileri uyaran robotun insanı canından bezdirecek sesini kullanarak mavi yakalıların sefaletini anlatmaya soyunması doğru bir seçim ama bunun için Almanya’ya gitmeye gerek yokmuş aslında. Nitekim yine Hülya Koçyiğit’in oynadığı ve Lütfü Akad’ın yönettiği 1974 tarihli “Diyet” işçi sorunlarına çok çarpıcı bir şekilde olmasa da eğilmişti örneğin.
Şerif Gören’in kendisinin üstlendiği kurgu sahnelerin birbirine yeterince iyi bağlanmamış görünmesine neden olmuş ve hatta kimi sahnelere açıkça zarar da vermiş. Örneğin adamı canlandıran Rahmi Saltuk’un bulaşık yıkama konusunda tereddüt ettiği sahneyi araya başka bir sahneyi yerleştirerek öylesine bozmuş ki aslında filme ve hikâyesine çok şey katabilecek bir sahne kaynayıp gitmiş. Gören’in o dönem için değil belki ama bugün rahatsız edici görünen zumları veya kahramanının ruh halini anlatmak için yankılanan bir sesle birlikte kamerayı etrafında hızlıca döndürme numarasına sık başvurması da filmin yönetmenlik açısından sorunlu olduğunu gösteriyor. Gerek bu örnekleri gerekse uyuyan kadınları gösterirken kameranın bir de masanın üzerindeki gözlüğün çerçevesinden onları görüntülemesi gibi sanatsal dokunuş katma amaçlı eklenmiş görünen sahneleri ya da Berlin duvarından ve duvarın önündeki (belki de arkasındaki) askerleri gösteren karelerin filmde ne aradığını sorgulamak gerekiyor. Filmin ses ve görüntü senkronizasyonunda da ciddi bir sıkıntısı olmuş. Drag queen’lerin tüm şov sahnelerindeki problem belki anlaşılabilir ama Rahmi Saltuk’un kendi sesinden çalınan türkülere eşlik ettiği sahnede de buna denk gelmemiz epey rahatsız edici. Son olarak hikâyesini anlatarak ilerleyen bir filmin birdenbire gerçek işçilerin ve konuyla ilgili uzmanların ağzından duyduğumuz seslere geçiş yapması ve aynı süratle tekrar hikâyesine geri dönmesindeki garipliği belirtelim.
Tüm bu kusurlarına rağmen “Almanya Acı Vatan” filmi yine de ilgiyi hak ediyor. Hak ediyor çünkü çok kısıtlı imkânlarla çekilen filmin çıkış noktası, gittiği yol ve vardığı nokta tüm sinemasal problemlerine rağmen doğru. Bu çok doğru ve güzel isimli film sonuçta kusurlu yollardan ilerlese de önemli bir sorunu çok iyi niyetli olarak ele alıyor ve sinemamızın özellikle de o yıllarda ihmal ettiği bir konunun üzerine gidiyor. Hülya Koçyiğit’in sinemamız için yine o dönemde sıradışı görünen bir işe soyunup, nerede ise filmin tüm ilk yarısında olumsuz özellikleri olan bir karakteri canlandırması filmin bir diğer ilginç yanı. Erzurum’un bir köyünde başlayıp Berlin’deki bir yolcu salonunda biten film bugün başka bir biçim alarak devam eden Almancı sorununu anlatırken kimi ilginç ayrıntılar da yakalıyor. Karakterlerimizin Berlin’de yaşadıkları mekanlar örneğin çok gerçekçi ve içinde oldukları otobüs Almanya’ya yaklaşınca göçmen işçilerin hayatlarında ilk kez taktıkları belli olan kravatları boyunlarına geçirmesi gibi trajikomik bazı sahnelere sahip filmimiz. Filmin bir artısı da fedakârca çalışması nedeni ile Berlin Belediyesi’nin madalya ile ödüllendirdiği Türk çöpçü karakteri. Uzun süredir görmediği ailesi, her gece memleket hasreti ile pişirdiği bulgur pilavı ve emekliliğinden sonra Türkiye’ye döndüğünde artık tükenmiş olduğu için ölececeğini söyleyen adam kendisine özel bir film hak eden ve senaryonun da detaylandırmayı çok iyi başardığı bir karakter olarak dikkat çekiyor.