“Başka hiçbir dağ Alpler’in yerine geçemez. Onun yerine koyulacak başka her şey daha küçük ve daha az heybetli ve dolayısı ile zavallı görünecektir. Başka hiçbir dağ onun yerini alamaz, ama o tüm dağların yerine geçebilir”
Ölen insanların yerine geçerek ailelerinin acılarını atlatmasına yardımcı olan “Alpler” adlı bir grubun üyelerinin hikâyesi.
İlk büyük çıkışını 2009 tarihli “Kynodontas – Köpek Dişi” ile yapan Giorgos Lanthimos’un bu bir sonraki filmi tıpkı öncülü gibi tuhaf karakterleri ve absürte varan hikâyesi ile dikkat çeken bir çalışma. Lanthimos Athina Rachel Tsangari’nin benzer tarzdaki 2010 tarihli “Attenberg” filmine de oyuncu ve yapımcı olarak katkıda bulunan ve Yunanistan sinemasında kimilerinin “Tuhaf Akım” olarak adlandırdığı yeni dalganın en önemli isimlerinden biri. Adını andığım filmlere aşina olanların ya tamamen uzak duracağı ya da ilgi ile izleyeceği fim, yönetmenin önceki filmi kadar çarpıcı görünmüyor ki bunda ilk olmamasının önemli bir payı var ama zaman zaman hayli çekicilik kazanan tuhaflığı ile ilgiyi hak ediyor.
Ekonomisi tamamen çökmüş bir ülkede işini yapmakta en çok zorlananlar arasında -popüler alandan uzak duran- sanatçılar yer alıyor olsa gerek. Lanthimos ve arkadaşları da bu zorluklar altında minimum bütçelerle her türlü takdiri hak eden olağanüstü bir iş çıkarıyorlar kesinlikle. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi duruma doğrudan değinmeyen bu filmler, tuhaf bir küçük mizah eşliğinde garip karakterlerini daha çok “aile” odaklı bireysel hikâyelerle getiriyor karşımıza. Bunu bir kaçıştan ziyade, yaşanan çöküşün arkasında yatan ve Yunan ulusunun karakteristiği olan bazı unsurlara bir şekilde değinme çabası olarak yorumlamak gerek sanırım. Nitekim Tsangari, Steve Rose’un İngiliz Guardian gazetesinde Ağustos 2011’de yayınlanan yazısında aktarıldığı üzere “Yunanistan’ın bu derece sorunlu bir döneme girmesinin nedenini ülkenin bir aile yönetir gibi yönetilmesine” bağlıyor. Bu filmde de birkaç farklı yan hikâyede aile önemli bir yer tutuyor aslında. Genç kızlarını kaybeden bir ailenin geçici olarak onun yerini almayı teklif eden ve “Alpler” grubunun üyesi ve filmin de baş karakteri olan hemşirenin “ziyaretlerini” kabul etmesi, aynı hemşirenin kendi babası ile olan ve tuhaf bir sahnede ölen annesinin yerini almaya da hazır olduğunu gösteren ilişkisi veya grup içindeki erkeklerin kadınlar üzerindeki sert bir babayı andıran otoritesi hep bu aile kavramını işaret ediyor sanki.
Geri kalanların acılı zamanlarını daha kolay atlatabilmelerini sağlamak için ölenlerin yerine geçen karakterlerin aslında kendi hayatlarındaki bir boşluğu/kaybı atlatabilmenin veya kendi hayatlarından kaçmanın yolu olarak bunu yaptıklarını söylüyor bize hikâye. Nitekim hemşireye kızlarının yerini aldığı aile tarafından rolünü gereğinden fazla benimsediği için verilen tepki hikâyedeki asıl acılı karakterin o olduğunu anlatıyor bize. Bu tuhaf ve Venedik Film Festivali’nde senaryo ödülü kazanan hikâyenin her öğesini bu şekilde anlamlandırabilmek ise pek kolay değil. Örneğin dört üyeli grubun üyelerinden biri olan ve iki erkek üyenin sürekli azarladığı ve aşağıladığı kadının jimnastik sahneleri ve bir türlü henüz hazır olmadığı için “pop” müzik ile gösteri yapmasına izin verilmemesi herhangi bir yön göstermiyor seyirciye. Aslında filmin zaman zaman “kafası karışmış” görünmesinin de örneklerinden biri bu ve belki de bu durumu içine girdiği kriz nedeni ile tüm bireylerinin kafası karışmış olan bir ülkenin aynası olara değerlendirmek gerekiyor. Öte yandan yaptıkları filmlerin bir akım adı altında toplanacak ortak özellikleri olmadığını ve kendisinin sadece içinde yaşadıkları hayata karşı içgüdüleri ile oluşan tepkilerinin aracılığı ile karşılık verdiğini söyleyen yönetmenin bu değerlendirmesine uyarak filmin de içgüdülerle oluşturulmuş olduğunu ve her anına klasik düzlemde bir anlam aramamak gerektiği de söylenebilir.
Lanthimos’un “Kynodontas” filminde olduğu gibi Efthymis Filippou ile birlikte yazdığı senaryo başlarda seyircinin karakterleri, yaptıklarını ve nedenlerini ve özellikle de “Alpler” grubunun amacını anlamasını zorlaştıracak şekilde ilerliyor. Bu tercih ortadaki tuhaf atmosferle birleşince filme konsantrasyonu da bir parça güçleştiriyor ama hikâye açılmaya başladıkça ve Aggeliki Papoulia’nın başarı ile canlandırdığı hemşire karakterini tanıyıp anladıkça film bu problemi geride bırakıyor büyük oranda. Yine de filmin tümü açısından bakıldığında bir parça soğuk ve bu tuhaflığın arkasında metaforlar keşfetmeyi arzulayan seyirci için de fazlası ile “referanssız” görünebileceğini söylemek gerek. Ayrıca tarihte çok az görülebilecek bir zor dönemden geçen bir ulusun bireylerinin hayatlarından hiç etkilenmemiş görünen bir içeriği olan bu film özellikle “toplumcu ve gerçekçi” bir sinemanın tarafında duranların eleştirisine de hayli açık görünüyor.
Kalanların çektiği acıları gördükçe gidenlerin daha şanslı olduğunu düşündürten havası, Papoulia’nın “Tuhaf Akım” örneği olan filmlerin alamet-i farikası gibi görünen durgun ve robotik havalı ama tuhaf bir etkileyiciliği olan oyununun üzerine onu daha da cazip kılan bir duygusallığı katan performansı ve Lanthimos’un kimi küçük üslup oyunlarının da çekici kıldığı bu çalışma -herkese göre olmasa da- son dönem Yunan sinemasının örneklerinden biri olarak izlenmeyi hak ediyor.
(“Alps” – “Alpler”)