“Sevişmek mi? Bunu yüzyıllardır kimse yapmıyor”
Çok uzak bir gelecekte, yüzyıllardır huzur içinde yaşayan evrendeki barışı icat ettiği bir silahla bozmaya çalışan bir bilim adamını durdurmakla görevlendirilen bir kadının hikâyesi.
Fransız sanatçı Jean-Claude Forest’in aynı adlı çizgi romanından uyarlanan bir Fransa – İtalya ortak yapımı. Çizgi romana adını veren Barbarella gezegenler arası seyahatlerinde farklı maceralar yaşayan bir kadın karakter ve bu maceraları sık sık seks de içerdiği için bir nevi erotik bir çizgi romandı söz konusu olan. Fransız yönetmen Roger Vadim’in başrolü o dönemde evli olduğu Amerikalı yıldız Jane Fonda’ya verdiği bu bilim kurgu filmi pek de önemi olmayan, hatta çocuksu bir basitliğe varan bir içeriğe sahip olan hikâyesinden çok tuhaflığı, erotik göndermeleri ve 1960’lı yılları tüm özellikleri ile karşımıza getiren set tasarımları ile dikkat çeken bir çalışma. Fonda’nın bu “kötü” filmde ne aradığının bir dönem sık sık sorulduğu film bugün olumlu ve olumsuz anlamda bir kült yapım olarak ilgi çekebilir.
Kimi -o dönem için- daha cüretkâr sahneleri gösterime çıkmadan önce kesilmiş olsa da yine de erotizmini koruyan bir film bu. Jane Fonda’nın yerçekimsiz bir ortamda üzerindeki astronot kıyafetinden striptizvari hareketlerle kurtularak tamamen çıplak kaldığı sahne ile açılan film böylece en başından itibaren “farklı ve eğlenceli” olacağını söylüyor seyircisine. Ancak erotizmle birlikte sunulduğunda eğlenceli olan ama bunun dışında yeterince güçlü görünmeyen bir mizah ile anlatılan hikâye temel olarak Fonda’nın eğlenceli performansı ve çoğunlukla onun üzerinden üretilen erotizme ve renk cümbüşü içeren tasarımlara dayanıyor ve eğer bunlardan keyif alınırsa epey de eğlenceli olmayı başarıyor zaman zaman. Hikâyenin başında kadının kayıp olduğu için aramaya çıktığı ama sonra, keşfettiği silah ile evreni ele geçirmeye çalıştığını anladığı çılgın bilim adamı (ismi olan Durand Durand 1980’lerin pop grubu Duran Duran’a isimleri için ilham vermişti), isyancılar, kahramanımızla erotik bir yakınlaşma içine giren kraliçe, görmeyen bir melek vs. gibi birbirinden tuhaf karakterlerin geçit yaptığı hikâyenin içerik açısından pek ciddiye alınacak bir yanı yok ve bu açıdan sinemadaki çizgi roman uyarlamalarının ortalamasının da altında seyrediyor kesinlikle. Ne var ki filmin zaten hikâyesi ile dikkat çekme gibi bir derdi yok.
Renk ve tasarım cümbüşü içindeki setleri ve tuhaf yaratıkları ile “saçmalık” sınırını özellikle zorlayan bir film bu. Mor renkli tavşanlar, ahtapota benzeyen ve buzda kayan yaratıklar, kahramanımıza işkence eden (ki hayli eğlenceli bir sahne bu) oyuncak bebekler, orgazm makinesi, artık sadece “psikokardiyogram”ları uyuşanların önce birer arzu uyandırıcı hap alıp sonra da avuç içlerini birbirine değdirerek seviştikleri dönemde kahramanımızın eski moda seksi keşfetmesi, “fallik” sembolü gibi görünen uzay aracı, İsa gibi çarmıha gerilen bir melek veya dev bir nargilenin içindeki canlı erkeğin esansını içen seksi kadınlar gibi unsurların peş peşe karşımıza geldiği film tüm bu tuhaflıkları ile bir ilgiyi hak ediyor şüphesiz, tüm bunlar aslında pek de bir bütün, bir anlam elde etme çabası ile bir araya getirilmiş gibi görünmeseler de. Fonda’nın erotizmin hakkını veren ve kendisi de eğleniyor göründüğü için bu duyguyu seyirciye de geçirebildiği performansı da filme ilgi göstermeyi anlamlı kılıyor. Onun “seks düşkünlüğü”nün bozduğu makine gibi esprilerin söze dayalı esprilerin önüne geçtiği film ciddiye alınmadan izlenirse hayli eğlenceli olabilen ve tuhaflığını hiç yitirmeyecek olması ile de bu özelliğini hep koruyacak gibi görünen bir çalışma. Fonda’nın bu filmden sonra oynadığı filmlerin “They Shoot Horses, Don’t They – Son Gerçek” ve “Klute – Fahişe” gibi hayli “ciddi” yapımlar olduğunu düşününce, Fonda’nın kariyer çizgisi içindeki yeri ile de dikkat çekebilecek bir film bu. Fonda’nın yanında John Phillip Law ve Avrupa sinemasının o dönemdeki ünlü isimleri olan Anita Pallenberg, Milo O’Shea, Marcel Marceau, David Hemmings ve Ugo Tognazzi’nin varlıklarının da eğlencesine katkı sağladığı bu “kitsch” film ilgiyi hak ediyor özet olarak. Vadim’in pek de umursamış görünmediği veya hatta özellikle tasarladığı kaotik hali ve kitsch kadar “camp” ifadesini de hak eden biçimi ile bir kült ne de olsa karşımızdaki.