2009 yılında hayatını kaybeden mantık ve felsefe profesörü Cemal Yıldırım’ın TÜBİTAK’ın Bilim ve Teknik dergisinde 1991 – 1994 arasında yayımlanan iki ayrı yazı dizisinden oluşturulan bir kitap. İlk bölümde Yıldırım’ın uzmanı olduğu bilim felsefesi üzerine yedi ayrı yazısı yer alırken, ikinci bölümde bilim tarihinden seçilen yirmi altı isim biyografileri ile değil, bilime ve insanlığa katkılarını sağlayan çalışmaları ve kullandıkları bilimsel yöntemleri ile anlatılıyor.
Türkiye’nin yarım kalmış/yarım bırakılmış eğitim devriminin aracı olan köy enstitülerinden mezun olan Cemal Yıldırım bu kurumlarda başlayan eğitimini İngiltere’de ve ardından ABD’de sürdürmüş. Doktorası bilim felsefesi dalında olan Yıldırım bu eğitim hikâyesi ile bir bakıma hem köy enstitülerinin hem de cumhuriyetin sembollerinden biri aynı zamanda. Onun aydınlanmacı dünya görüşünün yansıdığı yazıların yer aldığı kitap TÜBİTAK’ın Popüler Bilim Kitapları serisi içinde yayımlanmış ve serinin adına uygun olarak, bilim ile uğraşmasa da ona ilgi duyan herkesin okuyabileceği bir dille oluşturulmuş. Kitabın kapağında yer alan ve Napoli’de bulunan Atlas heykelinin resminin seçilmesinin nedeni ise onun astroloji bilimini mükemmelleştiren tanrı olması ve/veya -her ne kadar Atlas’ın omuzlarında taşıdığının dünya değil, gök kubbe olduğu söylense de- bilim adamlarının dünyayı sırtlayan insanlar olduklarının vurgulanmak istenmesi olsa gerek.
Kitabın Giriş bölümünde bilimin ne olduğu (ve olmadığı) konusunda görüşlerine yer veren Cemal Yıldırım bilim tarihine de kısa bir bakış atıyor. Bilimin “asıl özelliğinin ürettiği bilgiden çok, bilgi üretme yönteminde” aranması gerektiğini yazan Yıldırım, “Bilimsel Düşünme Yöntemi” başlıklı ikinci bölümde bilimin tanımını; hipotez, gözlem ve bilimsel kuram kavramlarını; bilimsel yöntemi ve bilimsel buluş ile yöntem ilişkisini ele almış ve “… bilimi tanımlamada başvurulan bu iki kavramın (bilgi ile yöntemin) görecel önemi” konusundaki tartışmaya değinmiş. Skolastik dönemde bilim adamlarının “yalnızca “ne” veya “nasıl” sorusuna yanıt” aradığını, “neden” sorusuna ise tanrının iradesinin sorgulanması anlamına geleceği için uzak durduğunu belirtmiş. Bu ikinci bölümdeki yazılar Yıldırım’ın aydın bir dünya görüşüne sahip olduğunu net bir biçimde gösteren içerikleri ile bilim felsefesine meraklı olanları daha detaylı okumalara teşvik ediyor.
Son bölümde Cemal Yıldırım yirmi altı farklı bilim adamı üzerine yazılara yer vermiş. Doğum tarihlerine göre kronolojik bir sırada kitapta yer alan bu isimler Arşimet ile başlayıp, Werner Heisenberg ile sona eriyor. Yıldırım bilim adamlarının biyografilerine çok az giriyor ve asıl olarak onların çalışmalarını yaparken kullandıkları bilimsel yöntemlere, yaptıkları buluşlara ve insanlığa sağladıkları katkılara odaklanıyor. Buna ek olarak, bilimin kesintili bir süreç olmadığını, aksine süreklilik arz ettiğini ve her bir bilim adamının kendisinden önce yapılmış çalışmalardan beslendiğini ve bu çalışmaları sorgulayarak ve zenginleştirerek kendi üretimini ortaya koyduğunu örnekleri ile ortaya koyuyor. Newton’dan alıntıladığı “Daha ileriyi görebildiysem, bunu omuzlarından baktığım devlere borçluyum” sözlerine uygun olarak oluşturmuş yazılarını Yıldırım. Bilim adamlarının yaşadıkları ve çalışmalarını yürüttükleri dönemlerin koşullarına da değinen (örneğin bilimin din kurumu ile çatışmaları) yazar kitabın Sonsöz’ünde okuyucunun sadece bilim adamını tanımakla yetinmeyerek, “… yetiştiği ortamın olumlu ve olumsuz koşullarını, bilimsel gelişme sürecindeki kalıcı katkılarını, sonraki gelişmeler bakımından etkisini (ve varsa) evrensel niteliklerini derinlemesine inceleme yoluna” gidebileceğini belirtiyor -ve kendi aydın görüşünün sonucu olarak umuyor da muhtemelen-. Yıldırım’ın Rus bilim adamı Ivan Pavlov’a Sovyetler Birliği’ndeki komünist rejimin üstün bir saygınlık tanımasına getirdiği açıklamanın (“Bu belki de onun yöntemiyle “Halkların” Marksist ideolojiye kolayca koşullandırılabileceği beklentisinden ileri gelmiştir”) bir parça zorlama göründüğünü de belirtelim son olarak.