“Buraya ilk geldiğimde, binlerce yerli vardı ve milyonlarca da bizon. Şimdi hiçbiri yok. Başta güzeldi her şey”
Birisinin ölümü ile sonuçlanan banka soygunundan sonra kaçan bir kovboy, bir yarı yerli yarı beyaz arkadaşı ve peşlerine düşen bir şerifin hikâyesi.
Western türünün modasının artık geçtiği, baş oyuncusu Gregory Peck’in de eski parlak günlerini geride bırakmış göründüğü bir dönemde çekilen alçak gönüllü bir western. Bir ABD yapımı olarak İsrail’de çekilen ilk western olmak gibi bir özelliği olan film zamanında pek dikkat çekmemiş, hatta İsrail’de çekilmiş olması espri malzemesi dahi olmuştu. Üzerinden geçen kırk bir yıldan sonra, film bugün daha olumlu bir değerlendirmeyi hak ediyor kesinlikle. Temel olarak bir takip hikâyesi olarak gelişen filmin olay örgüsü basit ama olumsuz anlamda bir basitlik değil bu, oyuncular üzerlerine düşeni yapıyorlar, dozunda ve hikâyeye iyi yedirilmiş bir romantizmi var ve heyecanı da çoğunlukla ayakta tutmayı başarıyor. Üstelik yerlilere eski Hollywood’dan hayli uzak bir bakışa sahip olmak gibi takdiri hak eden bir yanı da var.
Gregory Peck’in pek olmamış bir İskoç aksanı ile oynadığı filmi Alan Sharp’ın orijinal senaryosundan Bulgar asıllı Kanadalı yönetmen Ted Kotcheff çekmiş, yapımcı koltuğunda ise ünlü bir isim, Norman Jewison var. Zamanında neden hiç tutulmadığını anlamak zor belki ama bunda en büyük iki etken sanırım western’in artık moda olmadığı günlerde çekilmesi ve gösterişten uzak duran yapısı olsa gerek. Hikayesini anlatırken sadece filmin yıldızı Peck’in canlandırdığı karaktere odaklanmayıp, Desi Arnaz Jr.’ın melez karakterine, şerife ve ona yardım eden adama ve iki kahramanımızın kaçışları sırasında karşılaştığı kadına da aynı incelikle ve özenle eğilen senaryo filmin en büyük avantajlarından biri. Öyle ki ikilinin çatışmak zorunda kaldıkları yerliler bile senaryonun bu özeninden payını almış görünüyorlar ve bir şekilde tüm bu karakterleri kendi hikâyeleri ile ilginç kılabilmiş filmimiz. Meleze halkın genel bakışının (pek kötü yürekli çizilmeyen şerif bile “o sıradan bir adam bile değil, o bir melez” cümlesini sarf ediyor onun için) karşısına hayli cesur, yürekli ve ince bir insan resmi koyuyor film ve Peck’in beyaz kahramanı kadar onun da filmin yıldızı olmasını sağlıyor. Kahramanlarımıza saldıran yerlilerin kullanım şekli ise klasik Amerikan sinemasındaki “vahşi kızılderili” imajından uzak görünüyor. Şerife yardım eden adamın ağzından duyduğumuz sözler (bir zamanlar o bölgenin yerliler ile dolu olduğu) ve bu yerlilerin eksantrik halleri (kadın kıyafeti giyen, boynunda büyükçe bir fotoğraf asılı olarak gezen, viski peşine düşen veya bir kadın şemsiyesini elinden hiç bırakmayan karakterler bunlar) ve sağlıksız yüzleri onları korkunç/komik olarak göstermekten çok yaşadıkları (daha doğrusu içine atıldıkları) hayatların acınası hallerini işaret ediyor sanki seyirciye. Evet, saldırıyorlar ve öldürüyorlar ama sanki başka bir hayat şansları da yok gibi görünüyor. Kaldı ki iki baş karakterimizin de banka soyguncusu olduklarını ve istemeden de olsa birisinin ölümüne neden olduklarını unutmayalım.
John Scott’ın klasik western temalarından genellikle uzak duran ve hatta zaman zaman modern bir havaya bürünen müziği ve Brian West’in özellikle geniş ve boş alanlardan etkileyici kareler (güneş batarken yaşanan bir kovalamaca sahnesi oldukça etkileyici örneğin) yakalayan görüntülerinin de dikkat çektiği filmin belki iki temel kusuru fazlası ile alçak gönüllü olması ve bizon avı için kullanılan tüfekle kaçanlara ateş edilmesi sahnesindeki teknik becerinin tüm filme yayılmamış olması. Oysa girişteki sessiz ve tedirgin havayı yalın havasına rağmen (veya tam da o nedenle) yakalayabilen filmin yaratıcıları bu örneklerden çok daha fazla yaratabilirmiş ve filmi de kesinlikle daha etkileyici ve kalıcı kılabilirlermiş. Buna rağmen, “beyazlar”a fazlası ile dokunduran film (şerifin öldürdüğü çete üyesinin cesedi ile poz verdiği sahne örneğin), Peck’in sade (belki bir parça fazla sade olsa da ve olmamış İskoç aksanı rahatsız etse de) oyunu, ona eşlik eden ve özellikle ilk yarıda senaryodan kaynaklanan nedenlerle bir parça silik kalan ama sonradan açılan melezi canlandıran Desi Arnaz Jr., para karşılığı kaba bir adama satılmış ve melez ile filme çok yakışan bir romantizmin nesnesi olan kadını hayli başarılı şekilde oynayan Sian Barbara Allen, şerif rolünde canlı bir performans veren Jack Warden ve ona yardım eden salon sahibini oynayan David Huddleston’ın varlıkları ile ilgiyi hak eden bir çalışma. En azından, bugün unutulmuş olmayı hak etmeyen bir film bu ve görmekte yarar var.
(“The Lady and the Outlaw” – “Beraber Dövüşelim” – “Çılgın Dövüş”)