“Bir avukat tuttum, elinde ne var ne yok hepsini alabilirim”
Küçük bir kasabada okul otobüsü sürücüsü bir kadının bir hatasının neden olduğu olayların hikâyesi.
ABD’li sinemacı Lance Edmands’ın yazdığı ve yönettiği bir ilk film. Bağımsız sinema örneklerinden olan çalışma, küçük bir hatanın neden olduğu trajik olayları iki aile üzerinden anlatıyor ve kimi anlarında hedeflediği atmosferi (yalnızlık, mutsuzluk vs.) yakalıyor ama, görüntülerinin örneği olduğu bir şekilde anlatımının soğuk tarzı nedeni ile seyircisini yanına çekmekte ve bir cazibe alanı yaratmakta zorlanıyor sık sık.
Henry David Thoreau’nun “The Maine Woods” adlı gezi günlüğünün “Ktaadn” adlı bölümünden bir alıntı ile başlayan film küçük bir kasabada okul otobüsü sürücülüğü yapan iyi yürekli ve tecrübeli bir kadının bir anlık dalgınlık ile yaptığı hatanın kendi ailesi ve bir başka aile üzerinde neden olduğu olayları anlatıyor bize. Bir trajedi söz konusu filmde ve senarist/yönetmen Edmands bu trajediyi soğukkanlı bir anlatımla getiriyor karşımıza doğru bir tercihle. Ne trajedinin kendisinin ne de yan olayların altını çizmiyor, vurgulamıyor kesinlikle. Ne var ki bu mesafeli duruşu dengeleyecek bir çekim noktası yaratmakta da zorlanıyor film. Sürekli kar altındaki bir Maine kasabasından karşımıza sık sık çıkan sessiz, ıssız ve “soğuk” görüntüler kasabada mutluluğun pek de hüküm süremeyeceği bir atmosferin hâkim olduğunu söylüyor bize. Bu görüntü tercihlerini destekleyen mesafeli bir anlatım da filmin soğuk havasını artırıyor; karakterlere ısınmamıza izin vermiyor Edmands. Öyle ki oyunculuklar da bizi kendilerinden hep belli bir mesafede tutacak şekilde sergileniyor. Tüm kadın oyuncular bu soğukluğu yine de bir şekilde aşarak karakterlerini yansıtabiliyorlar ama erkek oyuncular yönetmenin bu tercihleri ile yeterince iyi baş edebilmiş görünmüyorlar ne yazık ki.
Bir parça dağınık başlayan ama hikâyesini daha sonra süratle toparlayan film karakterlerinin hikâyelerini de yukarıda belirttiğim nedenlerle yeterince çekici kılamıyor seyirci için. Oysa Danny Bensi ve Saunder Jurriaans imzalı müzik filmin gidebileceği ve bunu başarabilse çok daha etkileyici olabileceği bir yönü işaret ediyor bize. İkilinin müzik çalışması serinkanlı ama tedirgin edici içeriği ile hikâyenin -belki de hedeflediği ama- ulaşamadığı bir sonucu veriyor bize. Jody Lee Lipes’ın görüntüleri hikâyenin atmosferine gayet uygun ve özellikle yarattıkları ıssızlık ve yalnızlık duygusu ile hem etkileyici olmayı hem de özellikle dış çekimlerde o kasabada yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu seyirciye hissettirmeyi başarıyor. Dört kadının, bir başka deyişle iki anne ve onların kızlarının öyküsü olan filmin senaryosu kısa süresine rağmen kimi fazlalıkları da barındırıyor gibi. Örneğin, eski sevgili ile karşılaşma sahnesine ne gerek olduğunu anlamak zor. Eğer sondaki “ben de özür dilerim” cümlesini açıklamak içinse bu sahne, hayli zorlama durduğunu ve üstelik filmin geneline hâkim olan mesafeli bakışa ters düştüğünü de söylemek gerekiyor.
Kusurlarına rağmen ilgiyi hak eden bir film bu ama. Öncelikle sıradan görünen hikâyesi altında insanı tüm gerçekçiliği ile anlatıyor bize. Sıradan bir Amerikan filminin sonuna kadar sömüreceği duygulardan ve kimi kolay yollardan -anneliği kutsamak gibi- uzak duruyor ve bizi baş başa bırakıyor karakterleri ile. Yukarıda belirttiklerim ile zıt düşmüş gibi görünecek olsa da, şunu da belirtmeli ki bu derece yoğun duyguları barındıran bir filmin kolaylılkla düşebileceği duygusal patlama tuzağından uzak durabilmesi de takdiri hak ediyor. Karakterler iç dünyalarında yaşıyorlar bu patlamaları, duygularını paylaşmıyorlar ya da paylaşamıyorlar diğerleri ile. Bu karakterlerin sinemada her zaman karşımıza çıkmayan işçi sınıfından olması da önemli, günümüz sinemasında zengin, büyük, gösterişli karakterlerin hâkim olduğunu düşündüğümüzde. Bir parça daha enerjisi olabilse ne iyi olurmuş diye düşündürten film, karakterleri ile birlikte kasabanın kendisinin de git gide nasıl soluk bir hal aldığını anlatabilmesi ile de ilgiyi hak eden bir çalışma.
(“Mavi Kuş”)