Buddies – Arthur J. Bressan Jr. (1985)

“Merkezde bana onun öleceğini ve mucize diye bir şey olmadığını, onu cesaretlendirmemi ama duygusal olarak yakınlaşmamam gerektiğini söylediler. Tarafsız durabilmeliymişim yoksa ona yardımcı olamazmışım. Şurası açık ki eğer Robert’in “ahbap”ı olacaksam, sadece onu ziyaret etmekten daha fazlasını yapmam gerekecek; onu dinlemeliyim”

Ölmekte olan AIDS hastası eşcinsel genç bir adamla hastanede ona destek olmak üzere gönüllü olan bir diğer eşcinsel gencin hikâyesi.

Arthur J. Bressan Jr.’ın yazdığı ve yönettiği bir ABD yapımı. AIDS hakkındaki ilk film olarak bilinen çalışma, kendisi de iki yıl sonra, 1987’de hayatını kaybeden Arthur J. Bressan Jr.’ın son sinema yapıtı bu ve filmin iki başrol oyuncusundan biri olan ve Robert’i canlandıran Geoff Edholm da (diğeri David rolündeki David Schachter) tıpkı yönetmen gibi AIDS’ten 1989 yılında ölmüş. Onur Yürüyüşü üzerine belgeselleri de olan yönetmenin porno yönetmenliği geçmişi o filmlerin doğrudanlığını buraya da taşımış ve ortaya etkileyici ve yalın bir yapıt çıkmış. Sadece iki oyuncusu olan film iki eşcinsel adam arasında gelişen dostluğu, AIDS üzerinden dile getirilen eşcinsel hareketleri de katarak anlatıyor ve bir hak ve özgürlük mücadelesinin ve en az onlar kadar yaşama hakkının da savunucusu oluyor. Sinema dili bir parça ham görünebilir ve özellikle başlarda iki oyuncunun performansı biraz amatör bir havaya sahip ama konusunda sadece ilk olması ile açıklanamayacak bir çekiciliği ve önemi var bu filmin kesinlikle.

Robert ölmek üzere olan bir AIDS hastasıdır; muhafazakâr ailesi eşcinsel olduğunu açıkladığında onu ret etmiştir ve AIDS olduktan sonra da etrafında kadın komşusu dışında kimse kalmamıştır. Bahçıvanlık yapan genç adam eşcinsel hakları için aktivist olarak çalışmıştır ve hasta yatağında ölümün nefesini hissederken bile bu konudaki çabasını sürdümeye kararlıdır. Bir eşcinsel merkezi aracılığı ile gönüllü olarak ona son günlerinde destek olmak için yanına gelen David ise liberal bir ailede yetişmiş, eşcinselliği nedeni ile önemli bir problem yaşamamış bir gençtir ve aktivistlikten çok, daha entelektüel bir çaba içindedir eşcinsel haklar konusunda. Film bu iki genç adamın birer yabancı olarak başlayan ve zamanla, karşılıklı sorgulamalar da içeren bir sürecin ardından gelişen yakınlıklarını ve kaçınılmaz sona gidişlerini anlatıyor. Sadece 9 gün süren çekimler öncesinde Geoff Edholm ve David Schachter uzun süre birlikte vakit geçirmişler karakterlerini anlamak ve hikâyenin tüm yükünü üstlenerek, canlandırdıkları iki genç adam gibi yakınlaşmak için. Oyuncuların bu çabalarının karşılığını aldıkları performansları başta biraz amatör görünüyor kesinlikle ama öyle çarpıcı sahneleri var filmin ve bu sahnelerdeki performanslar öylesine dürüst ve doğrudan ki her ikisi de takdiri hak ediyorlar sonuna kadar.

Çarpıcı bir görüntü ile açılıyor ve aynı görüntü ile kapanıyor film: Bir yazıcıdan aralıksız olarak basılan bir listenin görüntüsü bu ve AIDS’ten hayatını kaybeden Amerikan vatandaşlarının isimleri ve ölüm tarihleri yer alıyor bu listede. Ölenlerin birer sayıdan çok farklı anlamları olduğunu, her biri ile birlikte bir hayatın bittiğini anlatıyor bize bu görüntü ve yönetmenin filmi yapmasının temel nedenlerinden biri olan ve hastalıkla mücadele için merkezî ve yerel yönetimlerin gerekli çabayı göstermemesi ve kaynak ayırmamasının trajik sonucunu sert bir biçimde gösteriyor seyirciye. Dönemin başkanı muhafazakâr Reagan’dır ve o ve onun gibi düşünenler için AIDS “Tanrının eşcinsellere gönderdiği bir ceza”dır. Robert karakterinin etkileyici bir sahnede söylediği “Heteroseksüel senatörler kendileri veya sevdiklerinden biri AIDS olmadığı sürece para ayırmayacaklardır AIDS araştırmaları için” çünkü gittikçe artan sayıda ölümler onlara göre günahların doğal sonucudur. Arthur J. Bressan Jr.’ın senaryosu -kaçınılmaz bir biçimde- bir mesaj kaygısı taşıyor ama nerede ise hiç rahatsız etmiyor bu durum. Bunun temel nedeni de hikâyenin, yönetmeni ve oyuncuları ile birlikte, oldukça içeriden bir bakışla anlatılması ve bir belgesel yalınlığı ve sahiciliğine sahip olması. İki karakterin eylemleri, geçmişleri ve duyguları ile gerçek olduğunu her anında hissettiriyor bize film ve ilk bakışta “mesaj” gibi görünebilecek sözlerin de benzer iki insan arasında o yıllarda tam da bu içerikle dile getirilmiş olduğuna ikna ediyor. Senaristlik ve yönetmenliğinin yanında kurgu çalışmasını da yapan ve 44 yaşında ölen Arthur J. Bressan Jr.’ın bu son filmi ile “eçcinsel sinema”ya kalıcı bir iz bıraktığını rahatça söyleyebilmemizin temel nedeni de işte bu gerçeklik hissi oluyor.

Çok düşünmeden alınmış gönüllü olma kararından ilk hastane ziyaretinin ardından pişmanlık duyan David’in, son günlerinde tek başına kalan Robert’a yardımcı olma arzusunun -bekleneceği şekilde- ikisinin de yararlandığı bir sürece dönüşmesini finalde Beyaz Saray önündeki çarpıcı görüntü ile taçlandırarak anlatıyor film. Gerçek dostluğun sevilenin hayallerini gerçekleştirebilmek demek olduğunu da anlatan bu göz yaşartıcı görüntünün başka benzerleri de var hikâyede ama duygusallğı sömürmekten uzak duruyor özenle yönetmen. Üstelik tüm hikâyeyi sadece iki karakterle anlatmasına (Diğerlerinin ya sadece seslerini duyuyoruz, ya siluetlerini görüyoruz ya da flu olarak çıkıyorlar karşımıza. Sadece finalde, David kendisini dışarı attığında onu kalabalığın içinde gösterirken kamera, sokakta yürüyen diğer insanları da net bir şekilde görüyoruz ki bu tercih Beyaz Saray önündeki eylemin “sesini çıkarma ve duyurma” özelliğine uygun) ve bu nedenle karakterlerle özdeşleşmenin fazlası ile mümkün olmasına rağmen başarmış bu.

Tanrı’nın zalim olduğuna inananların ve onun üzerinden kendi zalimliklerini doğrulayanların karşısında duran bir film çekmiş Arthur J. Bressan Jr. Bugüne kadar 32 milyon kişinin ölümüne neden olduğu tahmin edilen bir hastalığın kurbanlarını ve zalimliklerini onunla mücadeleye destek vermeyerek gösterenleri hatırlamamızı sağlayan bu film içerdiği öfke, hüzün, sevgi, yalnızlık, arzu, yaşam tutkusu ve direniş iradesi ile görülmesi gereken bir yapıt. “Philadelphia”nın (Jonathan Demme – 1993) sekiz yıl sonra yapacağını, daha gerçek ve sert bir şekilde ve henüz toplum bu hikâyeleri seyretmeye hazır değilken yapma cesaretini gösteren film sadece 27 Bin Dolar ile (bugünkü değeri ile yaklaşık 66 Bin Dolar) dinlemeye değer bir hikâye anlatılabileceğini ve bunun dürüstlükten hiç ayrılmadan yapılabileceğinin de kanıtı.

(Visited 169 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir