“Tabii, zengin ülkeler Somali’ye yardım etmeye bayılır! Sularımıza gelir, tüm balıkları avlarsınız; bize de avlanacak bir şey kalmaz”
Somalili korsanlar tarafından kaçırılan bir yük gemisi ve kaptanının hikâyesi.
Richard Phillips ve Stephan Talty’nin birlikte yazdıkları “A Captain’s Duty” adlı kitaptan uyarlanan senaryosunu Billy Ray’in yazdığı, yönetmenliğini Paul Greengrass’ın yaptığı bir ABD yapımı. 2009’da gerçekten yaşanan korsanlık olayında ABD bandıralı geminin kaptanı olan Richard Phillips’in korsanlara karşı verdiği mücadeleye ve onların lideri olan Muse ile olan “iktidar çatışması”na odaklanan hikâye Greengrass’ın aksiyonun ilk başladığı andan filmin sonuna kadar hiç düşmeyen bir tempo ve teknik beceri ile anlattığı, aksiyon meraklılarını mutlu edecek bir içerik ve biçimi olan, bir Hollywood yapımı olarak kahraman yaratmaktan kendini alamayan ve -elbette- korsanlığın arkasında yatanlara hemen hiç değinmeyen bir yapıt.
Hikâye Kaptan Phillips’i yolculuk hazırlığı yaparken göstererek başlıyor. Umman’dan Kenya’ya gidecek bir geminin kaptanlığını yapacaktır Phillips ve ilk sahnelerde onu eşi ve çocuklarının olduğu bir fotoğrafı çantasına atarken ve çocuklarının gelecekleri hakkında konuştuğu eşi ile aralarındaki sevgi dolu anların içinde görüyoruz. Böylece film bir Hollywood yapıtı olarak baş karakterini bir kahraman olarak resmetmeye başlarken onun “aile babası” olması üzerinden gerekli özdeşleşme için de ilk adımları atmış oluyor. Filimin Phillips’i bir kahraman olarak göstermesine geminin gerçek mürettabatından itirazlar da gelmiş ve hatta onu tehlikeyi bildiği ve uyarıldığı halde maliyeti düşürmek için Somaili kıyılarından yeterince uzak seyretmemekle suçlamışlar. Film adını aldığı bir adamı kahraman olarak çizmeye odaklandığı için bunlara değinmiyor elbette; sonuçta o iyi bir aile babası, fedakâr ve lider ruhlu bir adam olmak zorundadır. Anaakım bir Amerikan filmini seyrederken çok da şaşırtıcı olmamalı bu yaklaşım ama en azından akılda tutmakta yarar var bu eğilimi.
Hikâye Somalili korsanların eylemlerinin arkasında yatan toplumsal, ekonomik ve politik nedenlere pek değinmiyor. Sadece tek bir sahnede Somailili korsan Muse, Kaptan Phillips’e bu yazının girişinde yer alan sözleri sarf ediyor ama bu kısa konuşma hikâyenin gerilimi ve heyecanı içinde kaybolup gidiyor ve filmin bu sözlere karşı tutumunu anlamanıza izin vermiyor senaryo. İç savaş yaşayan Somali’de merkezî otoritenin çökmesinden sonra, uluslararası balıkçılık yapanların Somali karasularında avlanmaya başlaması ile yoksulluğa itilen Somalili balıkçıların bu sorunla baş etmek için silahlanması ile ilk çetelelerin oluştuğunu bilmeden örneğin, meselenin arkasında neyin yattığını (en azından ana nedenlerden birini) anlamak mümkün değil. Greengrass bir söyleşide, başta Muse olmak üzere, gemiye saldıran dört korsanı terörist olarak değil, suçlu olarak gördüğünü ve öyle göstermeye çalıştığını söylüyor. Ne var ki arka plana değinmeyince ve hikâye uygar beyazların gemisine saldıran vahşi siyahları anlatacak şekilde görselleştirilince bu çaba havada kalıyor çoğunlukla. Filmde hiçbir ücret almadan görev yapan Amerikan donanmasının askerlerinin -bu ordunun dünyanın dört bir yanında işlediği savaş suçlarını kimse bilmiyormuş gibi- birer usta kahraman olarak çizilmesi (örneğin görevlerinden başarı ile dönen askerler öyle bir görsellikle sergileniyor ki sanki kutsal bir görevden dönüyormuş gibi bir havaları var) sonuçta korunanın küresel kapitalizmin çıkarları olduğunun üzerini ustaca örtüyor. Gemideki personelden birinin “25 yıldır sendikalı olduğu ve savaşmak için para almadığı”nı belirtmesini -sonuçta çok doğru bir tepki olmakla birlikte- Greengrass’ın pek de olumlu bir havada kullanmadığı da açık.
Aralarında En İyi Film’in de olduğu altı dalda Oscar’a aday olan filmin Henry Jackman imzalı müzikleri başarılı ama daha ilk sahnelerde, gelmekte olan gerilimli anları önceden haber verir bir şekilde kullanılması o sahnelerin içeriği ile çelişiyor bir parça. Filmin çarpıcı bir başarıya ulaştığı anlar ise yine Oscar’a aday olan kurgu ve ses çalışmaları. İlk aksiyon anından itibaren hem sahneler arası geçişlerde hem sahnelerin kendi içinde başarılı bir kurgusu var filmin ve hikâyenin dinamizmini ve gerilimini sürekli olarak koruyabilmesinde çok önemli bir payı olmuş bu çalışmanın. Greengrass aksiyon hikâyesini anlatma becerisini her sahnede göstererek benzer bir payın sahibi olmuş kesinlikle. Örneğin korsanların ilkel motorlu tekneleri ile koca gemiyi takibi, ona yanaşmaları ve sonuçta da ele geçirmeleri baştan sona kadar etkilenmemenin mümkün olmadığı bir başarı ile anlatılıyor. Fimde buna benzer daha pek çok bölüm var ve Greengrass her birini özenle ve titizlikle oluşturmuş ve seyirciyi önce korsanlık, sonra bir rehin alma olayını anlatan filmin karakterlerinin arasına girmiş hissettirecek kadar üst düzey bir başarı yakalamış.
Muse’nin neden korsanlık yaptığı sorulduğunda verdiği “Belki Amerika’da farklı bir hayat mümkündür, burada değil” cevabının arkasından gelen “Peki, neden yok?” sorusunu gündeme getirmemesini ve “en zor anda bile eşi ve çocuklarına son bir mektup yazmaya soyunan baba” sahnesi ile abartılı bir aile kutsamasına başvurmasını eleştirilmesi gerekenler arasına katmamız gereken filmde -herhalde yaratıcılarının hiç de niyetlenmediği- sembolik bir an da var. Bu sahnede Phillips’in yüzü ve kıyafetleri kan içindedir ve bu kan ona değil, ölen Afrikalılara aittir. Anti-emperyalist bir sinemacı çekseydi bu hikâyeyi herhalde bu görüntüleri de aynen kullanırdı; sonuçta beyaz uygarlığın kimin kanı üzerine kurulu olduğunu çok iyi anlatıyor bu görüntü.
Başroldeki Tom Hanks’in özellikle gerilimin arttığı ve karakterinin hayatî tehlikelerle karşılaştığı sahnelerde hayli başarılı bir performans gösterdiği filmde korsanların lideri Muse rolündeki Barkhad Abdi de yardımcı oyuncu olarak Oscar’a aday gösterildiği rolünde benzer bir başarıyı yakalıyor ve karakterinin sertliğini ve korkularını etkileyici bir şekilde yansıtabiliyor seyirciye. Muse karakteri filmde hep Amerika’ya gitme hayalini kurduğunu söylüyor Phillips’e ve hikâyenin sonunda ama hiç de istemediği bir şekilde gidiyor bu ülkeye. Onu canlandıran ve rolü için sadece 65 Bin Dolar kazanan Barkhad Abdi ise Somali’de çıkan iç savaş nedeni ile ailesi ile birlikte önce Yemen’e, sonra ABD’ye yerleşmiş ve bu ilk sinema tecrübesine giriştiğinde orada bir cep telefonu mağazasında çalışıyormuş. Sonuç olarak, Muse karakteri ile bir şekilde örtüşen bir yaşamı olmuş oyuncunun. Korsanlardan Bilal’i oynayan Barkhad Abdirahman, Najee rolündeki Faysal Ahmed ve Elmi’yi canlandıran Mahat M. Ali’nin de tıpkı Abdi gibi ilk sinema tecrübelerindeki performansları hayli güçlü ve karakterlerini fiziksel bir boyut da gerektiren oyunculuklarla getiriyorlar karşımıza.
Özetlemek gerekirse; çok iyi çekilmiş, gerilimi ve temposu yerinde, gerçekçiliğini bir iki problem dışında koruyabilen ve Hollywood’un teknik gösteri gücünün parlak örneklerinden biri bu çalışma. Somalili karakterlerini de, benzer aksiyonların aksine, bir derinlik katarak anlatabilmesi ile de önemli olan yapıt korsanlarla ilgili değil, korsanlık eylemi üzerine çekici bir aksiyon izlemek isteyenler için.
(“Kaptan Phillips”)