Den Goda Viljan – Bille August (1992)

“Benim yatağımda yatıyor ama senin için ağlıyor. Bu ikimiz için de aşağılayıcı bir durum”

İsveçli usta sinemacı Ingmar Bergman’ın anne ve babasının evliliklerinin inişli çıkışlı ilk yıllarının hikâyesi.

1982 tarihli “Fanny och Alexander – Fanny ve Alexander” filminde kendi çocukluğundan esintiler taşıyan bir hikâye anlatan ve bu hikâyeyi kendisi yöneten Ingmar Bergman’ın yine otobiyografik sayılabilecek ve farklı sinemacılar tarafından yönetilen iki hikâyesi daha var sinema perdesine yansıyan. Her ikisi de 1992 tarihli olan bu filmlerin ilkini Bille August, diğerini ise Ingmar Bergman’ın oğlu olan Daniel Bergman (“Söndagsbarn – Pazar Günü Çocukları”) yönetmişti. Bille August’un bu çalışması tıpkı “Fanny och Alexander” gibi aslında bir televizyon dizisi olarak çekilmiş ve sinemalarda kısaltılarak gösterilmiş (televizyon dizisinin uzunluğu 5 saat 33 dakika, sinema versiyonu ise 3 saat 2 dakika uzunluğunda). Cannes’da Altın Palmiye’yi ve en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan film Bergman’ın yönetmediği ama onun sinemasının damgasını vurduğu bir çalışma ve sadece bu özelliği ile bile kesinlikle görülmesi gerekli. Yoksul bir teoloji öğrencisi ile zengin bir ailenin entelektüel ve akıllı kızı arasındaki ilişkiyi ve evliliklerinin zorlu ilk yıllarını anlatan film Bergman’ın ruhu ile tek bir ilişkinin hikâyesi olmaktan çıkıp evrensel bir hikâyeye dönüşüyor beklenebileceği gibi. Bergman’ın anne ve babasını canladıran iki oyuncunun da (Pernilla August ve Samuel Fröler) başarılı işler çıkardığı ama özellikle August’un muhteşem bir performans sergilediği film hikâyenin ruhuna uygun görüntü çalışması ile de dikkat çekiyor. Bir tv dizisinden kısaltılarak yaratılmasının kimi problemleri karşımıza çıkıyor hikâye boyunca elbette ama bir yandan da dizinin kendisini seyretme arzusunu da yaratıyor bu durum.

1909 ile 1918 arasında geçen hikâye büyük temalara (evlilik, aşk, aile, din vs.) odaklanan bir çalışma ama bunları kişisel görünen bir hikâye ile anlatıyor Bille August’un yönettiği Bergman senaryosu. “Fanny och Alexander” adlı filmde hayli eleştirel olarak bakılan baba Henrik karakterine burada daha yumuşak yaklaşmış görünüyor Bergman. Açılış sahnesinin prensip sahibi ve gururlu bir karakter olduğunun altını çizdiği Henrik bir arkadaşının zengin ailesinin kızına aşık oluyor ve çalkantılı bir ilişki de başlamış oluyor böylece. Anna adındaki kız dönemin kadınlar için çizdiği sınırların dışına çıkan güçlü ve akıllı bir karakter ve bu ilişkiyi ailesine (özellikle annesine) rağmen sürdürürken hem erkeği teşvik eden hem de aşkı için fedakârlıklarda bulunan bir kadın olarak çiziliyor filmde. “İki seçeneğim var: Ya sana git buradan Henrik derim ya da kollarıma gir Henrik” cümlelerini sarf edebilen kadının zengin aile hayatını bırakıp İsveç’in yoksul bir bölgesinde düşük gelirli bir papazın eşi olarak yaşama kararını ve sonuçlarını anlatan bu dokunaklı filmin zaman zaman kadını erkek karakterin önüne geçirdiği görülüyor ve onu canlandıran Pernilla August’un muhteşem oyunu sayesinde karşımıza hayli çarpıcı bir karakter çıkıyor. Oynadığı kişinin ruhunu tam anlamı ile üzerine geçirmiş August ve konuştuğunda, sustuğunda, kavga ettiğinde, direndiğinde, ağladığında o denli etkileyici bir resim koyuyor ki ortaya, etkilenmemeniz mümkün değil. Sinema tarihinde beğenilmiş ve ödüllendirilmiş “büyük oyunculuk”ların tam zıddı bir yönde duran bu performans filmin en büyük kozlarından biri kuşkusuz ve doğal bir gerçekçiliğin ne denli etkileyici olabileceğini kanıtlıyor bize.

Filmin önemli kozlarından bir diğeri de Jörgen Persson imzalı görüntü çalışması. Zaman zaman bir klasik tabloyu andıran ama asla özel bir artistik zorlama hissine neden olmayan sahneleri (evde müzik dinleme sahnesi veya göl kenarındaki sahne gibi) karşımıza çıkaran Persson’un çalışması kimi zaman da kameranın görüntü alanında objelerin yerleşim yerleri ile anlatıyor sahnenin ruhunu görsel bir şekilde (örneğin toplu aile fotoğrafı çekimi sahnesinde Henrik karakterinin zengin ailenin tümünün beyaz renkli kıyafetlerinin aksine yoksulluğu anlatan koyu renkli kıyafeti ile diğer tüm karakterlerden bir parça uzakta duruşunda olduğu gibi). Sakin, yumuşak ve düşsel bir havası var görüntülerin ama buradaki düşsel ifadesi bir masal havasını çağrıştırmamalı; her biri özenle oluşturulmuş görüntülerin toplamı ortaya gerçek hayatın barındırdığı kadar bir düşsellik çıkarıyor sadece ve karakterlerin bu görüntülerin içine eğreti bir şekilde yerleştirilmiş gibi değil de, zaten hep oradalarmış ve kamera sadece onları saptamış gibi durmaları filmi zenginleştiriyor.

Kostüm ve set tasarımlarının da etkileyici olduğu film muhtemelen televizyon dizisi versiyonunda olmayan ve seyrettiğimizin bu versiyonun kısa hâli olmasından kaynaklanan birtakım problemleri de var aslında. İki baş karakterin sınıf farkını doyurucu bir şekilde anlatabiliyor film asıl hikâyesi kısaltılmış olmasına rağmen ama örneğin papazın görev yerindeki cemaat içindeki politik hareketlilik oldukça yüzeysel kalıyor ve adeta devamı getirilmesi unutulmuş bir biçimde işleniyor. Papazın küçük kilise içinde toplanmalarına izin verdiği işçilerin elindeki kızıl bayrak ve dillerindeki manifesto havada kalıyor bu nedenle. Aynı bağlamda hikâyenin son bölümleri de geneli ile kıyaslandığında bir eksiklik hissi yaratıyor.

Dramatik bir atmosfer yaratan, alçak tonda konuşan ama güçlü tınılar taşıyan bir müziğin (Björn Linnman ve Stefan Nilsson’un imzasını taşıyor müzikler) eşlik ettiği hikâyede kadının babasını canlandıran usta oyuncu Max Von Sydow’un -elbette- etkileyici performansı ve iki baş karakterin annelerini canlandıran Ghita Norby ve Mona Malm başta olmak üzere tüm oyuncuların başarılı oyunculukları da filmin kozları arasında yer alıyor. Yönetmen August’un bu ”ilişki hikâyesi”ni anlatırken nerede ise kendisini geriye çekmiş gibi görünen ama tam da hikâyenin hak ettiği sakin ve sessiz gücü ortaya koyduğu için çok değerli olan yönetmenliği ile önemli bir katkı sağladığı film, adını aldığı iyi niyetlerin zorluklar (ve burada olduğu gibi taraflar arasındaki farklılıklar) karşısındaki gücünün sınandığı bir hikâye anlatıyor bize ve Bille August, Bergman’ın bu mükemmel hikâyesinin görsel karşılığını üzerindeki Bergman gölgesine rağmen hak ettiği şekilde yaratıyor. Görülmeli!

(“The Best Intentions” – “İyi Niyetler”)

(Visited 296 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir