“Bir kayıkta bir çift kürek düşün, biri ötekinden kısa. Yol alır mı? Biz öyleydik onunla”
Ege kıyılarındaki bir kasabada yaşlı bir balıkçı, onunla istemeyerek evlenmiş genç karısı ve yanlarında çalışan genç bir adam arasındaki ilişkilerin hikâyesi.
Necati Cumalı’nın aynı adlı oyunundan Süreyya Duru ve Suphi Tekniker’in senaryosu ile sinemaya uyarlanan ve Duru’nun yönettiği bir film. Sinemamızın krizde olduğu bir dönemde çekilen ve dönemin “moda”sına uygun olarak erotizme de göz kırpan film Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde İhsan Yüce ve Meral Orhonsay ile oyuncu ödüllerini alırken, Nedim Otyam’ın müzik çalışması ve -her ne kadar jenerikte Ali Uğur’un da adı geçmiş olsa da- Salih Dikişçi’nin görüntüleri ile de Altın Portakal’ın sahibi olmuştu. Film oldukça iyi niyetle yola çıkılarak çekilen ama temel olarak senaryosundan kaynaklanan nedenlerle sık sık da aksayan bir çalışma. Kısıtlı bir mekanda ve temel olarak üç kişi arasında geçen hikâyeye çok daha uygun olabilecek yoğun bir psikolojik inceleme yerine daha klasik bir sinema dili kullanılması da filme çok yaramamış görünüyor. Yine de ödüllü iki oyuncusunun kariyerlerinin geneli ile kıyaslandığında hayli farklı tonlarda sergiledikleri oyunculukları, tam anlamı ile -ne yazık ki- başarılamamış olsa da filmin bir “üçüncü sayfa” hikâyesi anlatması ve Duru’nun -yine ne yazık ki- hayli kısıtlı tuttuğu geleneksel sinemadan uzaklaşma çabaları ile ilgiyi hak eden bir film bu.
Necati Cumalı’nın oyunu sinemaya ilk kez 1973 yılında Nuri Akıncı’nın senaryosu ve yönetmenliği ile uyarlanmış. “Balıkçı Kız” adı ile de bilinen bu filmden altı yıl sonra bu kez Süreyya Duru ele almış konuyu. Filmin çekildiği 1979 yılı Türkiye sinemasının zor yıllarından biri (Giovanni Scognamillo’nun “Türk Sinema Tarihi” adlı incelemesinde belirttiği üzere o yıl çekilen toplam 195 filmin 131’i “seks” ve 19’u da türkücü filmi olmuş) ve ülkenin içinde bulunduğu “anarşik” kargaşa da toplumun hayli zor bir süreçten geçmesine neden oluyordu o sıralarda. İşte böyle bir dönemde, daha çok gerçekçi toplumsal filmleri ile tanınan Süreyya Duru bu kez daha bireysel görünen bir hikâyeye el atmış bu film ile. Temel olarak bir aşk üçgeni var karşımızda: Genç ve tatminsizlikler içinde yaşayan bir kadın, onun kendisinden hayli yaşlı ve çok fazla içen kocası ve balıkçı kocanın yanına çalışmak için gelen genç bir erkek bu üçgenin kenarlarını oluşturuyor. Bu karakterlerden ortaya nasıl bir hikâye çıkacağını tahmin etmek kolay belki ve bu yüzden de filmin sinemasal öğelerinin ortalamadan güçlü olması gerekiyor ortaya başarılı bir film çıkabilmesi için. Ne var ki hem senaryosu hem sineması ile aksıyor film. Oyunda olmayan iki karakterin (kadına onunla olan sınıf farklarını koruyarak akıl veren, onun erkeğe boyun eğmesini eleştiren, kadın özgürlüğünden dem vuran iki zengin kadın) filme neden eklendiğini anlamak mümkün ama onların yer aldığı tüm sahneler ve o sahnelerdeki diyaloglar çok zorlama olmuş. Bu karakterlerden özellikle genç olanını sınıfsal açıdan ele alarak eleştirisinin hedefi yapmak istemiş Duru ama o derece yapay bir karakter ki bu genç kadın, hedefine ulaşamamış. Benzer şekilde yaşlı balıkçının kurulmak istenen bir kooperatife soğuk baktığı kahvehane sahnesi de Duru’nun önceki filmlerindeki gibi bir toplumsal meseleyi filme sokmak amacı ile yazılmış gibi duran ve hikâyenin geneli içinde kendisine uyumlu yer bulamayan bir bölüm olarak kalmış sadece.
Senaryonun başka sıkıntıları da var: Meral Orhonsay’ın canlandırdığı genç kadın ile Bulut Aras’ın oynadığı genç adam arasındaki ilişkinin inişli çıkışlı hali bir türlü ikna edici olamıyor ve bunun da esas sebebi hızlı akması filmin ve olan biteni anlamlandırmaya fırsat bulamamamız. Evet, filmin süresi kısa ama bu sorunun nedeni süre değil kesinlikle; daha doğru bir senaryo ile çok daha iyi anlatılabilirmiş karakterlerin tereddütleri, hırsları, korkuları ve tutkuları. Senaryonun bu problemi özellikle oyunculardan ikisini olumsuz anlamda etkilemiş: Orhonsay ve Aras. Karakterlerinin davranışlarını ve tepkilerini inandırıcı kılmakta zorlanıyorlar sık sık ve bu zor sınavdan Orhonsay güç de olsa geçmeyi başarırken Aras bir türlü inandırıcı bir karakter çıkaramıyor karşımıza. Meral Orhonsay, içinde bulunduğu ve şiddetle mutsuz olduğu hayattan kurtulmanın tek yolu olarak gördüğü genç adamı baştan çıkartmak, kışkırtmak ve yalvarmak arasında gidip gelen karakterini senaryonun tüm problemlerine rağmen kabalıktan sıyrılarak karşımıza getirmeyi başarıyor. Filmin erotizme göz kırpan anlarında da dürüst ve inandırıcı olmayı başaran oyuncu sinemamızın kadın yıldızlarının pek bulaşmadığı türden ve daha sonraları Müjde Ar’ın cesareti ile sergilenme olanağı bulan bir karakteri seyirci için ilginç kılma işinin üstesinden geliyor özetle. Bulut Aras ise duygusuz bir oyundan Yeşilçam usulü vurgulu bir duygusallığa uzanan bir aralıkta gidip geliyor performansı ile ve aksıyor sonuç olarak. Onun karakterini ilk sahnelerinde daracık beyaz pantolonu ve daha sonra da sık sık üstü çıplak olarak gösteren Duru’nun sinemamızın en azından o tarihe kadar pek de sık yapmadığı bir şekilde bir erkek karakteri fiziksel çekiciliği ile sergileme tercihini, hikâyesinin tam da bunu gerektirmiş olması nedeni ile takdir etmek gerekiyor. Filmin Orhonsay gibi ödüllü bir diğer oyuncusu olan İhsan Yüce ise Yeşilçam’ın onlarca filmde kendisini kıstırdığı kalıplardan sıyrılabilmiş olmanın verdiği özgüvenle de olsa gerek yine zor bir rolün üstesinden kolaylıkla geliyor ve ödülü hak ettiğini gösteriyor bize.
Nedim Otyam’ın çok sesli müziğe uyarlanmış türküleri andıran müzik çalışması bu anlamda özgünlüğü ile dikkat çekerken, Orhonsay’ın bu müzik eşliğindeki ve, Karadeniz esintili ve modern havalı dansı ise filmin ilginç ve görmeye değer yanlarından biri olurken, müziğin “modern” havasının ele aldığı üç karaktere pek uymadığını söylemek gerekiyor. Daha doğrudan yerel olan bir müzik yakışırdı bu sahneye açıkçası. Dublajında göze batan sorunları da olan film yoğun bir psikolojik inceleme olmayı denememesinin de kurbanı olmuş. Oysa hikâye gazetelerin üçüncü sayfalarına yakışan türden içeriği ile bu topluma çok uygun ve Zeki Demirkubuz’un “Masumiyet” veya “Üçüncü Sayfa” gibi filmlerindekine benzer bir bakış ile çok daha farklı yerlere gidebilirmiş.