“Bazen kendini rüyadaymış gibi hissediyor musun? Belki de bu, o anlardan biridir; belki de aslında rüya görüyoruzdur”
Tatil için Patagonya’ya gelen bir adamın bu arada yıllardır görüşmediği kızını ziyaret etmesi ile gelişen olayların hikâyesi.
Alçak gönüllü filmleri ve özellikle 2002 tarihli “Historias Mínimas – Arjantin Hikâyeleri” adlı çalışması ile tanınan Arjantinli sinemacı Carlos Sorin’den tarzına uygun ve küçük hikâyesi ile dikkat çeken bir çalışma. Baş oyuncusu Alejandro Awada’nın ekonomik ve doğal oyununun öne çıktığı film samimiyeti, dozunda tutulmuş duygusallığı ve bağışlamak üzerine olan hikâyesi ile dikkat çekiyor ama kısa süresine rağmen uzatılmış bir görüntüye sahip olduğunu ve belki zaman zaman bir parça gereğinden fazla “sıradanlaştığını da” söylemek gerek.
Carlos Sorin filmlerinin gedikli bestecisi Nicolás Sorin’in piyano ağırlıklı ve sık sık Eleni Karaindrou’nun çalışmalarını hatırlatan başarılı müziğinin eşliğinde anlatılan hikâyeyi kısaca “alçak gönüllü ve duygusal” olarak tarif etmek mümkün. Tatile çıkan elli yaşındaki bir adamın hikâyesi olarak başlayan film adamın kızı ile arasındaki problemi de içine alarak ilerliyor ama bu çatışmayı filmin tek odak noktası yapmıyor. Kızı dışındaki diğer tüm insanlarla ilişkilerinde sevecen ve cana yakın bir profil çizen adamın kızı ve annesine “ne yaptığını” söylemiyor film ama kızından aldığı tepki pek de iyi bir baba olmadığını vurguluyor bize. Carlos Sorin’e ait olan ve hem kuvvetli hem zayıf yanları ile dikkat çeken senaryonun zayıf anlarına bir örnek de tam bu tepki sahnesi. Film bizi o sahneye ne yeterince iyi hazırlayabiliyor ne de tam tersi bir yönde yeterince hazırlıksız yakalıyor. Buna karşılık adamın kızı ve damadı ile birlikte yemek yediği ve eskilerden bir şarkı söylediği sahne gerek oyunculukları gerekse duygusallığın dozunda tutulmasının ne demek olduğunu sinema derslerine konu olacak kadar başarılı diyaloglar ve mizansen eşliğinde anlatabilmesi ile çok çarpıcı. Bu sahnede Alejandro Awada’nın oyununa ayrıca dikkat çekmek gerek. Awada tüm film boyunca yüzünden eksik etmediği acı gülümsemesi ile bir oyuncunun seyirciyi ekonomik bir oyunculuk ile nasıl avucunun elinde tutabileceğinin somut bir örneğini sergiliyor.
Carlos Sorin’in filmdeki temel başarılarından biri kahramanın karakterini ilk sahneden başlayarak ve onun gerek yolculuğu boyunca karşılaştıkları ile gerekse kızı ve damadı ile olan ilişkileri üzerinden adım adım inşa etmesi ve başta kendisi hakkında hiçbir fikrimiz olmayan adam için finalde kendimizi onun eski bir arkadaşı olarak hissedeceğimiz bir yakınlığı yaratabiliyor olması. Popüler bir Amerikan filminde göz yaşlarından başımızı alamayacağımız hikâyenin burada buna hiç başvurmadan derdini anlatabiliyor olması, evin önünde içilen sigara sahnesindeki gibi birkaç cümle ile çok şey anlatan diyalogları ve filmde karşımıza çıkan tüm yan karakterlerin sıcaklığı ile de önemli bir film karşımızdaki. Bu yan karakterlerdeki hümanizm adeta adam ile kızı arasındaki çatışmanın anlamsızlığını ve her ne yaşanmışsa bunun artık unutulması ve bağışlanması gerektiğini söylüyor seyredene ve umut aşılıyor açıkçası. Sorin’in filmi kısa süresine rağmen ayıklanması gerekirmiş gibi görünen sahnelerine ve her hikâyenin bir şekilde ihtiyaç duyduğu seyirciyi sarsacak anların eksikliğine rağmen ilgiyi hak eden bir çalışma. Umudu ve hümanizmi ayakta tutmak için ihtiyacımız olan bir film özetle.
(“Gone Fishing” – “Balığa Gidiyorum”)