“Uçurum uçurumu çeker”
Hayranı olduğu operacının konserini gizlice kaydeden genç bir adamın; kendisini uyuşturucu ve kadın ticareti yapan bir çete, şarkıcıyı kendileri ile anlaşma yaptırmaya kararlı Tayvanlılar, tuhaf bir çift ve yozlaşmış bir polisin karıştığı olayların içinde bulmasının hikâyesi.
Daniel Odier’in Delacorta takma adı ile yazdığı, 1979 tarihli ve aynı adlı romanından uyarlanan senaryosunu Jean-Jacques Beineix ve Jean Van Hamme’ın yazdığı, yönetmenliğini Beineix’in yaptığı bir Fransız filmi. Bu yıl Ocak ayında hayatını kaybeden yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olan çalışma Fransız eleştirmen Raphaël Bassan’ın “Cinéma du Look” adını verdiği akımının örneklerinden biri. Bu akımın diğer örneklerinde olduğu gibi, görselliğin öne çıktığı ve bu bağlamda stilize bir anlayışın tercih edildiği yapıt gösterime girdiğinde eleştirmenler tarafından pek beğenilmemiş ama zamanla (ve özellikle ABD’de ilgi görmesinden sonra) kült denebilecek bir statüye ulaşmıştı. Sinemanın en “pop” çalışmalarından biri olan yapıt ilginç karakterlerin görselliğini desteklediği çekiciliği ve bu çekiciliğinin fazlası ile farkında olması ile dikkat çeken, “Cinéma du Look” akımının uzak durduğu 70’lerin gerçekçi Fransız filmlerinin “derinliği”nden yoksun olsa da kesinlikle ilginç bir film.
Raphaël Bassan’ın ilk kez La Revue du Cinéma dergisinin Mayıs 1989 tarihli sayısında kullandığı bir ifade “Cinéma du Look” (nasıl göründüklerine önem vermeleri nedeni ile “Görünüşün Sineması” olarak çevirebiliriz bu ifadeyi). Bassan, Beineix’in yanında Leos Carax ve Luc Besson’u da katar bu sınıflamasına ve onların stilize sinemasını tanımlar. Bu akım içinde yer alan filmler, 1970’lerde Fransız sinemasına hâkim olan realizmden uzak dururken, toplum dışında yaşamayı seçen karakterlerini özellikle metronun “yer altı”nda yaşamanın sembolü olarak kullanıldığı hikâyelerle ve renk/ışık kullanımının özenli bir şekilde öne çıkarıldığı bir tarzla anlattılar genellikle. 1980 başlarından 90’ların ortalarına kadar sürdüğü kabul edilen bu dönemin ilk örneklerinden biri olan bu çalışma da, senaristlerden biri olan Belçikalı Jean Van Hamme’ın çizgi roman metinlerindeki tecrübelerinin de yansıdığı havası ile türün tüm özelliklerini barındıran ilginç ve başarılı bir yapıt olmayı başarmış. Bu akımın filmlerinin ortak yönlerinden biri olan, “pop kültürü” ile “klasik kültür”ün birlikte kulllanımının da desteklediği zenginliği ile de sinema tarihinde kendisine özel bir yer edinen bu yapıtla Beineix’in sinemaya sıkı bir giriş yaptığı açık.
Orijinal müziklerini Erik Satie’nin eserlerinden de yola çıkarak Vladimir Cosma’nın hazırladığı filmde opera sanatçısını oynayan ve kendisi de ünlü bir soprano olan Wilhelmenia Fernandez’in seslendirdiği arya “Ebben? Ne andrò lontana” (İtalyan besteci Alfredo Catalani’nin 1878’de yazdığı şarkı daha sonra kendisinin “La Wally” adlı operasında da kullanılmış ve sanatçının günümüzde en çok seslendirilen eseri) yapıta müthiş bir işitsel tat katmış. Hikâye boyunca birkaç kez dinlediğimiz arya melankolik ve duygusal atmosferi ile hem kendi başına bir keyif kaynağı oluyor hem de Beineix’in akıllıca kullanımı ile hikâyenin gerilimine önemli bir katkı sağlıyor. Hikâyenin kahramanı olan Jules adındaki genç adamın (Frédéric Andréi) operacı kadına hayranlığı, gizlice yaptığı konser kayıtları, sahip olduğu ileri ses sistemi ve arkadaş olduğu bir çiftin evinde geçen sahnelerde dinlediğimiz müzikler filmi bu açıdan hayli önemli kılarken, yapıtı bir “müzik filmi” olarak tanımlamamıza da imkân veriyor. Gerçekten de Beineix filminin her karesine -duymadığımız anlarda bile- müziğin ve müzikalitenin egemen olmasını sağlamış. Bu seçimin ortaya güçlü ve etkileyici bir sonuç çıkarmasında Catalani’nin aryası kadar, Cosma’nın çalışmasının da (başlardaki fena halde 80’ler kokan synthesizer müziği hariç demek gerekiyor belki de ama o müziğin basitliği de filmin “pop” havasına uygun kesinlikle) çok önemli bir payı var. Kesinlikle bir sanat olarak müziğe âşık birilerinin yarattığını hissediyorsunuz filmi ve elde edilen bu duygu, tıpkı Jules’un operacıya hayranlığı kadar baştan sona hep yer alıyor hikâyede. Genç adam ve Cynthia Hawkins (Wilhelmenia Fernandez) adındaki operacı arasındaki bazı sahnelerin “romantizm”i de bu hayranlığın sonucu ve Beineix bu duyguyu incelikle işlemiş.
Koyu renk camlı gözlüklü Uzak doğulu adamlar, tetikçi kılıklı iki adam, iyi/kötü polisler, uyuşturucu ve kadın ticareti çetesi, zen ustası ve dalgalara düşkün bir adam ve onunla yaşayan Vietnamlı genç kadın gibi birbirinden farklı karakterlerle ve -hem olumlu hem olumsuz anlamda- uçarı ve hafif havası ile hikâyenin ciddiye alınacak bir şekilde toparlanması başta zor olacakmış görünüyor gibi olsa da, senayo bu işin altından iyi kalkmış açıkçası. Tüm karakterler arasındaki ilişkiler, karşılaşmalar ve her birinin akıbetinin iyi düşünülmesi sayesinde hikâyenin doğal bir şekilde gelişmesi ve akması sağlanmış ki bu da, filmin öne çıkan asıl unsuru stilize görselliği olsa da, içerik açısından da tutarlı ve ilginç bir sonuca yol açmış. Filmin tıpkı ses bandı gibi, ışığın kullanımının da (karakterlerden birinin evindeki ışık kaynağı gibi somut ögelerden Philippe Rousselot’nun görüntü çalışmasının tümüne) önemli olduğu filmin asıl çekiciliğini biçimsel özelliklerinden alması hikâyeye zarar vermemiş kısacası; ama kötücül bir polis şefinin varlığı üzerinden üretilen eleştirinin bu hikâyeyi yeterince ciddi kılmadığını da kabul etmek gerekiyor. Eğlenceli ama yeterince ciddi değil polisiyesi filmin ve bu bakımdan beklentisi olanları tatmin etmeyebilir belki de.
Beineix’in sık sık başvurduğu yumuşak kaydırmalar kameranın hareketlerini zarif kılarken, film başta metro ve tren istasyonları olmak üzere kovalamacaların olduğu mekânları keyif ve heyecan yaratacak bir şekilde kullanıyor ve aksiyonseverleri de mutlu edebiliyor. Hem kaynak romanın “zen havası”nı koruyabilen hem de yarattığı görsel dünya ve bunu sunuş şekli ile önemli olan film görülmeyi hak eden bir yapıt, özetle söylemek gerekirse. Evet, MTV kuşağının estetiğine uygun çekilmiş bir film bu ama yine de -en azından o zamanlar için- belli bir özgünlüğün yakalandığı gerçeğini değiştirmiyor bu durum.