Eight Minutes Idle – Mark Simon Hewis (2012)

“Kimsenin benden bir beklentisi yok. Ve hayatta amacın olmayınca başarısız olman da imkânsız”

Çağrı merkezinde çalışan bir gencin annesinin kendisini evden atması sonucu değişen hayatının hikâyesi.

İngiliz yazar Matt Thorne’un “en iyi ikinci romanlara” verilen Encore ödülünü 1999’da paylaşan eserlerden biri olan aynı adlı romanından uyarlanmış bir film. Senaryosu bir başka İngiliz yazar olan Nicholas Blincoe ve Mark Simon Hewis tarafından yazılan film yönetmenliği de üstlenen Hewis’in ilk uzun metrajlı çalışması. Tam bir İngiliz atmosferi ve mizahı üzerine kurulu film ilk yarısındaki orijinalliğini ikinci yarısında bir parça yitirse de özellikle iş ortamındaki sahneleri ve tüm karakterleri ile “The Office” adlı sitcom’u hatırlatıyor ve özellikle bu dizinin tutkunları için keyifli bir seyir tecrübesi vaat ediyor.

Bağımsız sinemanın bir örneği karşımızdaki ve doğal olarak “indie” kelimesi ile tabir edilen sıkı bir müzik bandı da var. Açılış ile birlikte dinlediğimiz Kid Carpet’ın “No One Gives a Sh.t If You’re Not Special” adlı kısa ve sözleri de sadece şarkının isminden oluşan parça bunlardan biri sadece ve gerek hikâye boyunca gerekse kapanışta sıkça duyuyoruz bu şarkıları. Kid Carpet Bristol’dan bir şarkıcı ve filmin İngiliz havasını oluşturan örneklerden sadece birisi. Aslında İngiliz’den ziyade Bristol havası demek gerekiyor çünkü bu şehirde çekilen filmin senaristi/yönetmeni Hewis, diğer senaristi Blincoe ve filmin uyarlandığı romanın yazarı Thorne da aynı şehirde doğmuş ve büyümüş insanlar. Film bu Bristol odaklılığını şehrin kendisine değil -çok az dış çekim var filmde- karakterlerine eğilerek gösteriyor ve birbirinden tuhaf bu karakterlerle özellikle ilk yarısında taze bir hava estiriyor sinema dili açısından. Birbirinden nefret eden ve ayrı yaşayan tuhaf ebeveynlere sahip olan baş karakter Dan’in (“Cemetery Junction – Mezarlık Kavşağı” filminden hatırlayacağımız genç oyuncu Tom Hughes tarafından keyifli bir biçimde canlandırlıyor) öylesine akıp gidiyor gibi görünen hayatı annesinin onu evden atması ile değişiyor ve kendisini tuhaf karakterlerle dolu bir dünyanın tam ortasında buluyor. Bu özet filmin zayıf yanlarından birini de söylüyor bizi aslında; bu tuhaf karakterler aslında kahramanımızın hayatında başta beri hep vardılar çünkü çalıştığı işyeri zaten onlarla doluydu. Dolayısı ile karakterin hayatında bu anlamda bir yenilik yok aslında filmin iddiasının aksine.

Filmin “The Office” adlı sitcomu hatırlatması ve barındırdığı romantik komedi ise sırası ile hem güçlü hem zayıf yönlerinin örnekleri. Farklı firmalara hizmet veren bir çağrı merkezinde çalışan karakterlerimizin burada yöneticileri ve arayan müşterilerle olan diyalogları eğlendiriyor ve filmi de dinamik kılıyor kesinlikle. Aslında karakterlerin kendisi bile filmin bu bölümlerinin seyirciyi eğlendirmesi için yeterli. Örneğin Hint asıllı Dev karakteri klişeler ile örülmüş görünmesine rağmen gereksiz bir politik doğruculuğun peşine takılmayan (etnik özellikleri komedi konusu yapmaktan kaçınmak gibi) filme hayli keyif katıyor. Buna karşılık romantik komedisi filmin hikâyesine pek oturmamış görünüyor ve örneğin bir “The Office” dizisinde Tim ve Dawn karakterleri arasındaki havayı getiremiyor karşımıza. Belki filmin tıpkı zaman zaman başvurduğu stilize anlar ve bu anlardaki mizansen anlayışı ve esprilerin ihmal edildiği anların varlığının filmin gücünü azaltması gibi, romantik komedinin iyi işlenememiş olması da filmi zayıflatıyor. Buna rağmen filmin kesinlikle ilgiyi hak ettiğini söylemek gerekiyor. Öncelikle sevimli bağımsız havası, başta Hughes olmak üzere tüm oyuncularının onca tuhaflığa rağmen doğal görünmeyi başaran oyunculukları ve stilize anları için görülmeli bu çalışma. Filmin tüm beyaz yakalılara çekici görünecek başka unsurları da var üstelik; çağrı merkezindeki yöneticinin “acımasız profesyonelliği”, takım içi rekabet ve çekişme yaratarak çalışanları daha kolay sömürmeyi öngören yönetim zihniyeti ve “karaoke ile motivasyon” gibi kurumsal şirketlerin çalışanları “kaynaştırmayı” amaçlayan ve herkesin “rol yaptığı” oyunları hatırlatan andıran sahneleri pek çok beyaz yakalıya hayli tanıdık gelecektir kuşkusuz.

(“Sekiz Dakikalık Boşluk”)

(Visited 73 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir