“İnanç dağları yerinden oynatabilir ama daha hızlı silah çekeni yenemez”
Bir kiralık silahşör, bir şerif, genç bir kumarbaz ve şerifin yardımcısı olan yerli kökenli bir adamın bir çiftçinin arazisine su kaynağı nedeni ile el koymaya çalışan zengin bir adama karşı mücadelelerinin hikâyesi.
Harry Brown’un 1960 tarihli “The Stars in Their Courses” adını taşıyan romanından uyarlanan bir ABD yapımı. Brown’un, hikâyenin son halinin romanı ile çok az ilgisinin kalmış olması gerekçesi ile adının jenerikten çıkarılmasını talep ettiği filmin senaryosunda Leigh Brackett’ın, yönetmenliğinde ise Howard Hawks’un adı var. 1967 tarihli olsa da 1950’ler, hatta 1940’ların klasik westernlerinin havasını taşıyan film güçlü kadrosunun da katkısı ile yine de kayda değer bir ilgi görmüş ve türün klasikleri arasına girmeyi başarmış bir çalışma. Yine Hawks’un yönettiği, 1959 yapımı “Rio Bravo – Kahramanlar Şehri” ile hem konusu hem de üç ana karakteri ile oldukça benzerlikleri olan film bu nedenle ilkinin yeniden yapmı olarak da kabul ediliyor kimilerince. John Wayne ve Robert Mitchum’a genç bir James Caan’ın eşlik ettiği film içerdiği mizah tonu, Wayne ve Robert Mitchum’un “yaşlı ve yaralı” karakterleri ve klasik western temalarına ve havasına uygun içeriği ve biçimi ile klasik Holywood’un görülmeyi hak eden eserlerinden biri.
Filmde İsveçli silah satıcısı rolünde görünen Olaf Wieghorst’un çizdiği ve “Eski Batı”da kovboyların hayatlarından çeşitli sahneleri gösteren resimlerin eşlik ettiği bir jenerikle açılıyor film. Bu resimlerin izleyeceğimiz hikâye ile çok da ilgilerinin olmamasının bir örneği olduğu şekilde film başka “ilgisizlikler” de içeriyor. Örneğin filmin adı El Dorado her ne kadar hikâyenin geçtiği kasabanın adı olsa da seyircide çağrışım yapması istenen ve Amerika’yı talan eden İspanyolların uydurduğu bir efsane olan kayıp altın şehirle hiçbir ilgisi olmayan, oldukça sıradan bir yer burası. Sadece kasabanın adı diyerek geçmek de pek mümkün değil; çünkü Edgar Allan Poe’nun bu kayıp şehir üzerine yazdığı “El Dorado” adlı şiirinden bölümler James Caan’ın canlandırdığı karakterin ağzından sık sık dile getiriliyor hikâye boyunca. Benzer şekilde, George Alexander’ın açılışta seslendirdiği ve bestesi Nelson Riddle’a ait olan şarkının John Gabriel imzasını taşıyan sözleri de -ki onlar da Poe’nun şiirinden esinlenmiş- El Dorado’yu ulaşılmak istenen bir yer olarak tarif ederken yine bu kayıp şehri ima ediyor olsa gerek.
John Wayne’in canlandırdığı kiralık silahşör Cole Thornton, Robert Mitchum’un canlandırdığı ve onunla eski bir dostluğu olan şerif J.P. Harrah, Wayne’nin tesadüfen karşılaşıp hayatını kurtardığı cesur bir genç adam olan ve James Caan’ın hayat verdiği Mississippi ve Arthur Hunnicutt’ın oynadığı şerif yardımcısı Bull; bu dört adam zengin bir adamın, toprağındaki suyu ele geçirmek için bir çiftçi ailesini arazisini satmaya zorlamak ve onları bu satışa ikna etmek için de silahşör kiralamaktan çekinmemesi ile kendilerini bir çatışmanın ortasında buluyorlar. Hikâyenin dört ana karakteri de tüm kişisel sorunlarına rağmen doğrunun yanında durmaktan çekinmeyen dürüst insanlar ve yapmaları gerekeni yapıyorlar hayatlarını tehlikeye atarak. Thornton zengin adamın önce kendisine teklif ettiği işi hikâyeyi öğrendikten sonra hemen ret ederek tam bir dürüst profesyonel yaklaşımı gösterirken, istemeden neden olduğu ama kimsenin kendisini bu nedenle suçlayamayacağı bir ölümün vicdan azabını taşıyor içinde sürekli olarak. J.P. Harrah ise kendisini terk eden bir kadının arkasından alkolik olmuş ve tüm fiziksel becerilerini ve otoritesini yitirmiş bir şerif. Senaryo bu iki adamı hikâyenin ilerleyen aşamalarında bedensel yaralanmaları ile daha da zayıf kılıyor üstelik. Mississippi ise kendisini yetiştiren adamı öldüren dört kişiden intikam almak için yola çıkan cesur ama silah kullanmayı hiç bilmeyen bir genç ve son karakter olan Bull ise şerife bağlı ama artık iyice yaşlanmış olan bir adam. Bu adamların ortak bir amaç çerçevesinde bir araya gelip kötü bir adama karşı mücadelelerinin arkasında adalet duygusu kadar, bu kavramın koruması gereken mülkiyetin kutsallığı da var elbette. Evet, mülkiyet iki aile arasındaki çekişmenin nedeni ama kendisi için çatışılan toprağın ilk ve asıl sahibi olan yerlilerin haklarından bir klasik western’e uygun olarak hiç söz edilmiyor elbette. Geldiklerinde “sadece yerliler ve çakalların olduğu” bu bölgedeki o insanların ne akıbetleri ne de haklarından hiç söz edilmeyip, oraya ilk gelen beyaz adamın kutsal mülkiyet hakkının korunması için savaşılması bir ikiyüzlülük kuşkusuz ama aksi bir beklenti de gerçekçi değil bu Amerikan filminden; çünkü yerlilerin haklarının Hollywood’da pek de yerini alamadığı yıllarda çekilen bir film bu.
Filmi farklı kılan yanlarından biri içerdiği mizah; doğrudan vurgulanmayan ama diyaloglarda ve hikâyenin kimi eğlenceli anlarında kendisini hep hissettiren mizah senaryonun başarısı sayesinde dram ve aksiyonu hiç yumuşatmadan bir gerçekçilik katıyor hikâyeye ve ek bir keyif getiriyor seyirciye. Caan’ın bir sahnedeki Çinli taklidi -bugün televizyondaki gösterimlerde ırkçı kabul edilerek kesildiği söyleniyor bu sahnenin- veya Mitchum’un banyo yapmaya çalışması gibi bölümler seyirciyi asıl hikâyeden uzaklaştırmadan eğlendirmeyi başaran bölümlere örnek olarak gösterilebilir. Senaryo zaman zaman tahmin edilir şekilde ilerlese de (örneğin Mississippi’nin bir aşk macerası olacağını ve bunun kiminle olacağını karakterleri tanır tanımaz tahmin edebiliyorsunuz; yine aynı genç adamın Joey’i tekrar Josephine yapması tam bir muhafazakâr bakışın sonu vs.), temposunu ve gerilimini hep canlı tutan bir içeriğe sahip. Görsel açıdan da ilginç bir yanı var filmin; önemli sahnelerin büyük bir çoğunluğu gece geçiyor ve yönetmen Hawks’ın ana karakterlerin üçünün yaşlılığının ve dönemlerinin yavaş yavaş bitip, yerlerini Caan gibi gençlere bırakmasının bir metaforu olarak belirlediği söylenen bu tercih filme görsel bir farklılık katıyor.
İyi yönetilmiş ve kurgulanmış, karakterlerinin zenginliği ile dikkat çeken (Hawks’ın filmdeki rolünü Mitchum’a teklif ederken filmin “bir hikâyesinin değil, sadece karakterlerinin olduğunu” söylemesi de bunun sonucu olsa gerek), eğlenceli olmaktan çekinmeyen ama aksiyonunu asla yumuşatmayan, eski usul olmaktan çekinmeyen ve bunun tüm gereklerini fazlası ile yerine getiren, dayanışmayı ve birbirlerinin kusurlarını hoş görmeyi öne çıkaran sağlam bir western bu. Günümüzün görsel oyunlarından, abartılı efektlerinden, karakterlerin ve onların hikâyelerinin silikleştiği senaryolardan sıkılanlar için iyi bir alternatif kesinlikle.