“Ben iyimser biriyim.”
Çok karakterli bir New York hikâyesi. Her yaştan, her cinsten karakterler; aşık oluyorlar, tereddüt ediyorlar, arıyorlar, karşılaşıyorlar vs.
Bu kalıba uygun ve belli bir çizginin üzerindeki tüm filmlerden ne beklenebilirse bu filmde de o var. Böyle bir film New York’ta geçiyorsa elbette çılgın karakterler olacak, elbette aşk olacak, elbette bir hafiflik, bir iyimserlik olacak. Tüm bunlardan geriye ne kalıyor? Belki çok fazla bir şey değil ama yine de her ne kadar zaman zaman yeterince işlenmemiş olsa da geriye hoş anlar ve ilginç karakterlerin izleri kalabilir.
Popüler sinemanın anlaşılır nedenlerle görmezden geldiği “yaşlı aşklar” bu filmde ağırlıklı bir yere sahip ve üstelik sadece kendi aralarında değil gençlerle de aşk yaşıyorlar.
İhtiyacı olmayan ama garsonluk yapan bir kız, kekeleyen bir Polonyalı hayat kadını, yazar olmaya çabalayan bir taksi şöförü, hayattan son bir tat almaya çalışan yaşlı karakterler, New York’tan söz ettiğimize göre elbette bir “Woody Allen”, ilişkiler üzerine konuşmalar, korkular, itiraflar ve umut. Elbette mutlu son.
Bir parça daha uzun olsa rutinliğe kapılma tehlikesi yaşayacak olan, bazen “sevgili karakterlerim, ben sizi kabaca çizdim, siz de hikâyeyi oluşturun” denip kendi haline bırakılmış gibi görünen, zaman zaman tiplerin uçarılığına sığınan bir çalışma. Kadın karakterlerin daha uçarı olması nedeni ile belirlenmiş olsa gerek filmin adı. Kısaca, “New York state of mind” tarzı çok karakterli filmlere bir diğer örnek.
(“Hızlı ve Dişi”)