“Demek bana layık gördüğünüz kız bu! Örgülü saçlı, çirkin, basit bir kasaba kızı”
Sevdiği ama kendisi ile babasının zorlaması ile evlenen çapkın bir adam tarafından aşağılanan bir kasaba kızının hikâyesi.
Metin Erksan’ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği bir Türkiye yapımı. Sinemamızın en kendine has yönetmenlerinden biri olan, “Susuz Yaz”ı 1964’te Berlin’de Altın Ayı’yı kazanarak sinemamıza ilk büyük uluslararası ödülü getiren ve özellikle 1960’lardaki, bugün de ilgiyi hak eden yapıtların sahibi Erksan’ın Yeşilçam düzenine boyun eğdiği (eğmek zorunda kaldığı) filmlerden biri olan “Feride” Emel Sayın ve Engin Çağlar ikilisinin ve yukarıdaki kısa özetin akla hemen getireceği tüm klişelerle dolu bir yapıt. Sayın’ın bol bol şarkı söylediği, Erksan’ın adeta deneysel bir film çekercesine zum tekniğini hemen her sahnede kullandığı ve “Yeşilçam gerçekliği”nin finale doğru iyice çığrından çıktığı bu film katıksız Yeşilçam hayranları ve Sayın’ın usta yorumculuğu ile kulakların pasını silecek şarkılarla nostalji yaşamak isteyenler için.
Sinemamızda ilk kez Metin Erksan’ın kullandığı söylenen ve şarkılı pek çok filmde bolca kullanılan bir görsellikle açılıyor film. “Rüyalar Gerçek Olsa”nın eşlik ettiği bu açılış görüntüsünde Emel Sayın’ın biri ortada duran, diğer sekizi ise onun etrafında dönen toplam dokuz baş görüntüsü şarkıyı söylerken, arkada rengârenk gazino ışıkları yer alıyor. Açılış jeneriği de bu görüntülerin üzerinde çıkıyor ve böylece filme renk renk ve şarkılı bir hava ile giriyoruz. Açılış sahnesinde ise müzikal açıdan hayli zıt bir yerdeyiz; Kemal (Engin Çağlar) sevgilisi Firuzan (Lale Belkıs) ve arkadaşları ile bir gece kulübündedir. “Bizden” bir müzikle başlayan ve oradan “bizden olmayan” bir müziğin hâkim olduğu bu yere geçiş filmin kaba sembolizmlerinden sadece biri. Yabancı melodiler için Booker T. & The M.G.’s grubunun 1971 tarihli “Melting Pot” adlı albümünden, aralarında “L.A. Jazz Song”un da bulunduğu parçalar seçilmiş ve bu R&B ve funk havalı enstrümantal parçalar hep bir “bizden olmayan ahlâki yozlaşma”nın sembolleri olarak kullanılmış. Erksan gece kulübünde çalınan müziğin işitsel yolla “kanıtladığı” yozlaşmanın altını görsel olarak da çizmek için, konuşan dört karakteri dans eden iki kadının bacaklarının arkasına yerleştirmiş ve tüm sahne boyunca mekândaki “ahlaksızlığı” ön plana çıkarmış. Müziklerin yerli ve yabancı ayrımı ile bu şekilde kullanımı Yeşilçam’da bolca başvurulan bir yoldu ve örneğin Erksan’ın kendisi de 1962’de çektiği başarılı filmi “Acı Hayat”ta yerli olanı, eski İstanbul’u gösterirken Türk Sanat Müziği’ni, o hayatı maddi ve manevi olarak süratle yok eden moderniteyi gösterirken de Ornette Coleman’ın saksafonundan duyduğumuz caz melodilerini seçmişti. Filmin buradaki tuhaf konumu için, hikâyenin “kötü kadın”ı Firuzan’ı canlandıran Lale Belkıs’ın durumuna da dikkat etmekte yarar var. Bir sahnede onu Fransızca bir şarkı seslendirirken görüyoruz, onun bu “dış mihrak”ların eseri olan şarkısına “Adını Anmayacağım” ile cevap veriyor (ve elbette bir gazino kralından hemen teklif alıyor) Feride. Belkıs’ın gerçek hayattaki müzisyen kimliğini buradaki karakteri üzerinden bir yozlaşma örneği olarak sunuyor bize film ve kendi kendisi ile çelişiyor.
Başarılı bir doktordur Kemal ama bir o kadar da sefahat düşkünüdür. Ertesi gün üç önemli ameliyatı olduğu halde gece kulüplerinde sabahlamaktadır açılış sahnesinde tanık olduğumuz gibi. Onun artık evlenip bir aile kurması ve düzensiz yaşamına son vermesi gerektiğini düşünen babası Kemal’i bir oyunla yanına, yaşadığı kasabaya getirtir (sabahki o önemli üç ameliyata ne olmuştur bilmiyoruz ve zaten Kemal’in de akılına bile gelmez bu soru). Baba dört yeğeni ile yaşamaktadır anladığımız kadarı ile; bunlardan biri olan Feride (Emel Sayın) çok uzun süredir hiç görmediği Kemal’e büyük bir aşkla bağlıdır ve adamın çerçevelenmiş koca fotoğrafı da hep elindedir. Adamın haberinin bile olmadığı bu aşkın fotoğraf üzerinden hayat bulması Erksan filmografisi içinde ayrıca bir önem taşıyor; çünkü onun 1966’da çektiği başyapıtı “Sevmek Zamanı” “surete duyulan aşk” temasını ustalıkla işlemiş ve bugüne kadar da değerini hep korumuştur. “Feride” filminde böyle bir derdi yok yönetmenin ama burada da âşık olan kişinin fotoğrafı elde taşınarak ya da duvara asılmış hâli ile sık sık karşımıza çıkıyor. “Feride’nin hitap ettiği bir Yeşilçam seyircisinin o dönemde bırakın bu temadan haberinin olmasını, “Sevmek Zamanı”nı görmüş olmasını bile beklemek mümkün olmadığından bu durumu ya bir tesadüf ya da Erksan’ın kendi kendine bir oyunu olarak görmek gerekiyor.
Feride sahnede veya sahne dışında kendisine gitarları ile eşlik eden üç kardeşinin (kardeşlerin ikisini Gökben ve Pakize Suda canlandırıyor) eşliğinde hikâye boyunca pek çok şarkı söylüyor: “Rüyalar Gerçek Olsa”, Arım Balım Peteğim”, “Dudaklarında Arzu”, “Feride”, “Adını Anmayacağım”, “Bitmese”, “Bir Teselli Ver”, “Böyle Bir Kara Sevda”, “Severek Ayrılalım” ve “Bir Yangının Külünü”. Şarkıların tümü sanat müziğinin (ve arabeskin) klasikleri ve Emel Sayın da o pürüzsüz bir kristal berraklığındaki sesi ve usta yorumu ile bu şarkıları çok başarılı bir şekilde seslendirince, açıkçası bu şarkı bolluğu rahatsız etmediği gibi, filmin de en önemli kozu oluyor. Onları nostalji ile sarmaş dolaş dinleyenler için de, belki çok da aşina olmayanlar için de kesinlikle çekici tüm bu şarkılar ve bir zamanlar müziğin güzel melodi ve güzel sözler içerdiğini hatırlatmaları ile de önemli. Gazino dışındaki sahnelerde değil ama gazino sahnesinde geçen bölümlerde Sayın’ın ses sanatçısı olmanın avantajını kullanarak ses ile görüntüyü eşleyebilmiş olması Yeşilçam’ın klasik senkron probleminden de uzak tutmuş filmi.
Sinemamızın ustalarından Erksan pek çok usta işi yapıttan sonra çekmek zorunda kaldığı ve bir kısmı şarkılı melodram türüne giren çalışmalarından biri olan “Feride”de gerçekçiliği hiç umursamamış ve özellikle son bölümlerde absürtlüğe varan tesadüfler ve gelişmelerden hiç sakınmamış. Gelinlikle yapılan şehirlerarası yolculuk ve o gelinliğin saatlerce çıkarılmaması, sırf babası istedi diye evlendiği eşini herkesle birlikte aşağılayan ve uşağına göre“aslında iyi bir adam” olan doktor, sahil güzellik yarışması saçmalığı, aynı sahnede Engin Çağlar’ın dans edemeyen tek oyuncu olmasının onun hikâyedeki karakterinin hayatı ile hiç uyuşmaması, sevdiği adamın az önce çok ağır bir kalp krizi geçirdiği söylenen kadının adamın neden evde yattığını sorgulamaması, İstanbul’da geçen bir hikâyede çöl sahnesinin yer alması, finaldeki ve mantık ötesi ifadesinin yetersiz kalacağı tesadüf, doktorluğa ve cerrahlığa bir anda dönüş, sokaklara düşmüş ama hemen hep sinekkaydı traşla dolaşan adam, karakterlerin sahnelerin gerçekçiliğini bozan kıyafet değişiklikleri (ya da değişmemeleri, Çağlar’ın filmin nerede ise yarısında giydiği kavuniçi Lacoste tişörtü gibi), elbette bir körlük ve açılan gözler ve kaçınılmaz “Sizi bir kere öpebilir miyim, amca” türü diyaloglar sadece bir kısmı bu absürtlüklerin. Anlaşılan Erksan Yeşilçam’a ve seyircisine “Madem istediğiniz bu tür ucuz melodramlar, buyrun alın” demiş.
Senaryonun o ısrarlı yerli-yabancı çatışması kadar ciddi başka yanlışları da var; bunlardan biri Yeşilçam’ın hep yaptığı gibi namus anlayışının sadece kadınlarla bağdaştırılarak anlatılması. Evdeki uşağın Feride’ye bütün kötülüklerin Firuzan yüzünden olduğunu ve kocasının iyi bir adam olduğunu söylemesi örneğin, tipik bir “erkeğin elinin kiri” anlayışının sonucu ve Yeşilçam’ın yıllarca halkı nasıl eril bir dille şartladığını da hatırlatıyor bize. Kadının ancak değişince erkeğini hak eder hâle gelmesi, Feride’nin beyaz gelinliği ile “teslim olması” veya Firuzan’ın “Erkekler her zaman benim tipimdeki kadınlardan şüphe ederler. Halbuki bütün kötülülükleri masum görünüşlü kadınlar yaparlar” şikâyetini boşa çıkararak erkeklerin önyargılarını doğrulayan senaryo gibi başka örnekler de verilebilir bu konuda.
Metin Erksan’ın sınırsız bir özgürlükle zum kullandığı bir film bu. Akademisyen Çağrı İnceoğlu “Devingen Mizansenden Huzursuz Kameraya: Yeşilçam’da Zum” adlı çalışmasında şöyle yazmış: “Filmin doksan dakikalık süresine karşın zum hareketi içeren 247 çekimle dakika başına yaklaşık üç zum çekim düşmektedir. Bu sayıya yukarıda verilen örnekte olduğu gibi aynı çekimde art arda yapılan ikinci ve hatta üçüncü zumlar dâhil değildir… Filmde zum içermeyen bir çekim neredeyse istisnadır”. Bir dua sahnesinde Sultanahmet’in mavi çinilerine zum yapmaktan aynı sahne içinde ileri geri zumalara başvurmaya kadar uzanan bir serbestlik içinde hareket etmiş yönetmen. Yine de şunu eklemeli ki ortalama bir seyirciyi rahatsız etmemeye de dikkat edilmiş bu zum hareketlerinin hızı düşük tutularak.
Engin Çağlar’ın idare eden performansının yanında, Emel Sayın da farklı değil ama onca şarkısı ile ses sanatçısı performansı öne çıktığı için kendisini göstermeyi başarıyor. Oyunculuk alanında filmin en iyisi ise tartışmasız bir şekilde Lale Belkıs. Senaryonun karakterini klişe bakışlarla çerçevelemiş olmasına rağmen, karakterini gerçek kılabilmiş Belkıs. Birlikte toplam beş filmde oynayan Emel Sayın ve Engin Çağlar tümü 1970’lerin ilk yarısında çekilen bu filmlerle popüler bir ikili oluşturmuştu seyircilerin gözünde ve “Makber” (Metin Erksan, 1971), Süreyya (Metin Erksan, 1972), “Çam Sakızı” (Hulki Saner, 1974) ve “Hasret” (Zeki Ökten, 1974)) filmlerinde olduğu gibi burada da uyumlu bir birliktelik sergiliyorlar. Sonuç olarak; hikâyesi hayli zayıf, klişelerle dolu ve sorunlu, şarkıları ile eğlenceli ve çekici bir Yeşilçam filmi “Feride”.