GoldenEye – Martin Campbell (1995)

“Beni sevmiyorsun, Bond, yöntemlerimi de. Sana göre ben bir muhasebeciyim, içgüdülerinden çok sayılara kafasını takan bir masabaşı çalışanı. Güzel; çünkü bence sen cinsiyetçi, kadın düşmanı bir dinozorsun, soğuk savaştan kalma bir andaç. Beni etkilemeyen caziben, anlaşılan seni değerlendirmesi için gönderdiğim o kadında işe yaramış!”

Bir nükleer uzay silahını kaçıranlara karşı dünyayı korumaya çalışan Bond’un hikâyesi.

Toplam dört kez sinemanın en tanınan ajanını oynayan Pierce Brosnan’ın ve bugüne kadar iki kez bu ajanın hikâyelerini yöneten Martin Campbell’ın ilk Bond filmleri. Ian Fleming’in herhangi bir roman veya hikâyesinden uyarlanmayan (ve ilham da almayan) ve bu anlamda orijinal olan bu ilk Bond filminin senaryosunu Michael France’ın hikâyesinden Jeffrey Caine ve Bruce Feirstein yazmış. Bond’un bir kez daha dünyayı yok olmanın eşiğindeyken kurtardığı film, seri içinde aksiyonu hikâyesinin önüne çıkanlarından. M rolünde ilk kez bir kadının yer aldığı ve Judi Dench’in de MI6’nın bu şefini ilk kez oynadığı yapımın bir başka ilki de bugüne kadar yedi Bond filminde üstlendiği görevin ilk örneği olarak jeneriklerinin Daniel Kleinman tarafından tasarlanmış olması. Yüksek bir gişe geliri getiren filmin tüm seri içinde en çekici olanlarından biri olmadığı açık ama aynı şekilde bir Bond filminden ne bekliyorsanız, zaman zaman fazlası ile üstelik, verdiği de rahatlıkla söylenebilir. Filmin temel orijinalliği ise değişen dünyada Bond’un yerini ve kendisini sorgulamaya açmış olması. Bu sorgulamadan ajanımız elbette yüzünün akı ile çıkıyor (iyi ki de çıkıyor ve böylece onu hâlâ sinemada izlemeye devam edebiliyoruz) ve varlığının gerekliliğini kanıtlıyor bir kez daha. Bir de elbette bu kez hikâyenin kötü adamının “00” serisinden bir ajan olmasının yarattığı yenilik var ki bu da hikâyeye keyif katıyor.

Hikâye boyunca tam 47 kişiyi öldürüyor Bond ve film bittikten sonra aklınızda en çok kalan görüntülerden biri bu nedenle, muhtemelen Bond’un “elinden” ölümünü bulan kötülere ait olanlar olacaktır. Ajanımız kimileri epey “inandırıcılık ötesi” olan sahnelerde göstermediği beceri bırakmazken, ortalığı tam anlamı ile temizliyor. Porto Riko, Monaco, İngiltere, Fransa, Rusya ve İsviçre’de çekilen ve SSCB’nin çökmesinden sonra çekilen ilk Bond filmi olmasının da etkisi ile politik göndermeleri dikkat çeken hikâyede Bond sadece fiziksel becerilerini göstermiyor elbette; kahramanımız yine soğukkanlılığını, en zor koşullar altında bile bizden esirgemediği mizah yeteneğini ve zekâsını film boyunca sergileyip duruyor. Sonsuz bilgisinin örneklerini de paylaşmayı ihmal etmiyor bizimle kuşkusuz: Bir arabanın plakasının sahteliğini anlayabiliyor bir bakışta; çünkü o yıl Paris’te yeni verilen plakaların numarasının ne olduğunu da biliyor ajanımız. Kısacası yine dört dörtlük bir Bond var karşımızda diyebiliriz ama film akıllıca bir tercihle onu kimi duygusal anların da parçası yaparak ek bir boyut da katıyor hikâyeye.

Kesinlikle etkileyici bir aksiyon sahnesi ile açılan film, Maurice Binder’dan görevi devralan Daniel Kleinman’ın ustasının stilini devam ettirdiği parlak bir açılış jeneriği ile devam ediyor. Sarı ve kırmızı renklerin ağırlıkta olduğu, çıplak kadın siluetlerinin, Lenin heykelleri ve büstlerinin, orak, çekiç, silah ve SSCB bayrağı görüntülerinin yer aldığı jenerik, Bond serisinin bu alandaki parlak örneklerinden biri. Bono ve The Edge tarafından bestelenen ve Tina Turner’ın seslendirdiği ve film ile aynı ismi taşıyan şarkıdan sonra hikâye, açılış sahnesinin dokuz yıl sonrasına gidiyor ve anlatmaya devam ediyor olan biteni. Her kadını kolayca baştan çıkarabilen Bond’un bunu pek çok kez gösterdiği hikâye içerik olarak çok etkileyici değil açıkçası ve bu açığını bir Bond filmi olmanın sağladığı doğal avantaj ve aksiyonu ile kapatıyor; bunu yaparken de uçmakta olan uçağın üzerine ajanımızı atlatmak gibi epey uç noktalara da gidiyor ve onu yine tek başına tümü silahlı pek çok adamla kapıştığı sahnelerin parçası yapıyor. Bu sahnelerin bir kısmı fazlası ile gerçeklik sorunu yaşıyor aslında ama sonuçta ajanımız ne de olsa 007 ve çok da şaşırmamız gerekmiyor belki de becerdiklerine.

Izabella Scorupco’nun canlandırdığı karakterin senaryodan kaynaklanan nedenlerle fazlası ile itici olduğunu ve hikâyeyi zedelediğini söylemek gerekiyor; özellikle o tuhaf seks ve kavga karışımı sahne ve kadının her kötülüğünde yüzünde beliren orgazm ifadesi çok yanlış bir seçim olmuş. Rus karakterlerin kendi aralarında nedense İngilizce konuşurken birdenbire “Nyet!” demeleri ise -eğer amaçlanan bu ise- pek komik değil kesinlikle. SSCB’nin henüz yeni yıkıldığı ve yeni Rusya’nın oluştuğu dönemde çekilen film, Lenin ve Stalin’in heykel ve büstleri, ortalığı kaplayan mafya benzeri örgütler, ihanetler ve serbest piyasa sözleri ile hikâyenin önemli bir bölümünün geçtiği yerin dönüşmekte/değişmekte olan bir ülke olduğunu söylüyor bize; ne var ki bu potansiyeli çok iyi değerlendirmiş görünmüyor senaryo. Buna karşılık iki farklı sahnede (birinde “M” ile, diğerinde “006” ile yüzleşiyor kahramanımız) senaryo, Bond’un yeni dünya düzenindeki yerini seyircide de benzer soruları üretecek şekilde sorguluyor ve hikâyeye farklı bir boyut katıyor. Bond rolünde ilk sınavını veren Pierce Brosnan, Sean Connery kadar karizmatik görünmüyor (diğer Bond oyuncularının da aşamadığı bir durum bu) ama değişen dünyaya uygun olarak onun “maço” yanlarını da nispeten üzerinden atmış görünüyor karakterinin ve sinemanın bu en ünlü ajanının hakkını veriyor. Bir eleştirmenin dediği gibi, kendinden önceki Bond oyuncularının her birinden izler taşırken (“Sean Connery’nin canlılığı, Roger Moore’un arsız mizahı ve Timothy Dalton’ın ciddi metanetini” diyor bu eleştirmen), Brosnan’ın kendi Bond’unu yaratmayı başardığı film –tüm Bond filmleri gibi- görülmeyi hak ediyor; Moskova sokaklarında geçen (ama aslında İngiltere’de stüdyoda çekilen) sahnede kullandığı tankı ile ortalığı yıkıp geçen Bond’un iyi kötü ayrımı yapmadan bir katliama neden olmasına rağmen üstelik.

(“AltınGöz”)

(Visited 70 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir