“Dokundukları her şeyi kirletip mahvediyorlar. Büyüdüğümde her sabah kendime şunu diyeceğim: Oynuyorum, zıplıyorum. Unutmamak için, hatırlamak için”
Yaklaşmakta olan “Altı Gün Savaşı” öncesinde büyü(ye)meyen İsrailli bir çocuğun hikâyesi.
İsrailli yönetmen Nir Bergman’ın bol ödüllü ve 2002 tarihli “Knafayim Shvurot – Kırık Kanatlar” filminden sekiz yıl sonra çektiği ikinci sinema filmi. Senaryosu İsrail’in ünlü romancılarından ve ülkesinin Filistin politikasına eleştirel yaklaşımı ile de tanınan David Grossman’ın romanından Bergman tarafından uyarlanan film, bir çocuğun etrafında tanık olduklarının etkisi ile, büyüyüp yetişkenlerin nefret ettiği dünyasına katılmama kararı üzerine ilerleyen hikâyesi ile zoraki bağlarla ayakta duran bir aile, gerilimi hep içinde hisseden bir toplum ve ergenliğe geçişin arifesinde yaşanan korku üzerine küçük bir mizah duygusu da barındıran bir dram özet olarak. Kimi kırılgan anları ve melankolisi ile de dikkat çeken film hedefini tam olarak tutturamasa da ilgiyi hak ediyor.
Film siyah beyaz gerçek görüntüler ile ekrana gelen bağımsızlık günleri kutlamaları ile başlıyor. Hikâye hemen hep dolaylı yoldan olsa da ülkenin içinde bulunduğu daimi savaş durumunu gündemde tutuyor film boyunca. Ablanın askere çağrılması, arkadaşların ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı (aşırı askeri harcamaların da yarattığı bir sonuç) nedeni ile çiftliklere çalışmaya gitmek durumunda kalması veya çocuklar arasında konuşulup duran casus efsanesi İsrail halkının tüm hayatlarına işleyen militarist ruhu hikâyenin arka planında hissettirirken, film bu ruhun karşısında kaybetmeye nerede ise mahkum olan sanatçıların ve entelektüellerin durumuna da işaret ediyor. Sanatçı ve aydınların Sovyetler’deki çalışma kamplarına dayanamayan ilk kişiler olduklarını çünkü durumu kabul etmeyi ret ettiklerini söyleyen babanın bu sözleri gördüğü dünyayı kabullenemeyen çocuğa bir ihtarı örneğin ve filmin başında gizlice girdiği bir komşu evinde gördüğü Picasso’nun savaşın dehşetini yansıtan Guernica tablosu önünde takılıp kalan çocuğun işte tam da bu aydınların bir sembolü olduğu söylenebilir. Finalde uçsuz bucaksız bir denizde sandalı ile tek başına seyahat eden çocuğun görüntüsünü toplumdaki duyarlı insanların yalnızlığının ve kendisini içeriden açıp açamayacağını bilemediği bir buzdolabına kapatmasını da duyduğu dehşetin ve içinde yaşadığı toplumdan iğrenmesinin metaforları olarak görmek mümkün.
Vasatlığın farklılığa egemen olduğu bir dünyanın resmini çiziyor yönetmen Bergman ve umudu tamamen yok etmese de aydınların işinin hayli zor olduğunun altını çiziyor ısrarla. Çocuğun gördüklerinden kaçış için seçtiği ve sadece kendisine ait bir şimdiki zamanın grameri (filmin adı da buradan geliyor) ile kurduğu cümleler ne derece yardımcı olacaktır kendisine bilmiyoruz ama Günter Grass’ın romanından Volker Schlöndorff’un uyarladığı “Die Blechtrommel – Teneke Trampet” filminin kahramanı Oskar’ın savaş ve nefreti alt edemeyeceğini keşfetmesi ile yaptığı seçime benzer biçimde büyümemeyi seçen çocuğun bu hikâyesinin benzer duyarlılığı taşıyan herkeste tanıdık bir hüzün yaratmayı başaracağı açık. İlk filmindeki çocuk oyuncu Roee Elsberg’in rolünün gerektirdiği hiçbir ayrıntıyı kaçırmayan başarılı oyunu ile öne çıktığı filmde, büyümek için bir şeylerden (iyilikten, adaletten, sevgiden, güzellikten…) vazgeçen büyüklerin arasına katılmamaya çalışan ama kafası da hayli karışan çocuğun yukarıda bahsettiğim deniz sahnesi de bir yol göstericinin eksikliğini dokunaklı bir biçimde aktarıyor hikâye boyunca.
Filmin temel sıkıntıları ise temposunu oturtamaması ve senaryonun zaman gereğinden fazla bir Yahudi mahallesi komedisi havasını alması. Temponun düşüklüğü filmin seyir keyfini azaltırken, komedisi de filmin önemli temalarının üzerini örtüyor bazı anlarda. Özellikle anne rolündeki Edna Rozental’in komediye kaçan ve yönetmen tarafından dizginlenmemiş (ve belki de özellikle teşvik edilen) oyunu filmin genel temaları ve atmosferi ile ters düşüyor ve hikâyenin odağını da kaydırıyor bu nedenle. Bu kusurlarına rağmen Bergman’ın filmi dünyamızın hal-i pür melali üzerine söyledikleri ile önemli bir çalışma.
(“Intimate Grammar” – “Mahrem Gramer”)