“Hayat her zaman bize gol atacak; yapmamız gereken her sabah uyandığımızda maçın sıfır sıfır olduğuna kendimizi inandırmak”
Şiddet dolu yoksul bir çevrede yetişen, üstün futbol yeteneklerine sahip iki kardeşin hikâyesi.
Venezüela’nın 2010 yılındaki Oscar adayı olan film, Marcel Rasquin’in ilk ve şimdilik son uzun metrajlı filmi. Raquin senaryosunu Rohan Jones ile birlikte yazdığı bu filmde futbolun içinde bulunulan yoksulluk ve şiddet koşullarından kurtulmanın tek yolu gibi göründüğü bir ortamda kardeşlik ve dayanışmanın güzelliklerini vurgulayan, belki futbolun nerede ise baş rolde olması dışında benzerlerinden çok da ayrılmayan, ama samimi bir dille anlatılmış ve yapımına destek olanlar arasında Unicef’in ve Venezüela’nın ünlü Caracas kulübünün yer almasının da doğrulayacağı beklenen bir finalle sonuçlanan bir çalışma yapmış. Yüreklere dokunmayı başarması ile dikkat çeken film kimi klişe ve garanti yollardan ilerlese de görülmeyi hak eden bir eser.
Annelerinin tek başına yetiştirdiği iki erkek kardeşin ortak kan bağı olmaması ve küçüğün anne ve büyük oğlu tarafından bir çöplükte terk edilmiş olarak bulunması hikâye boyunca verilen kardeşlik ve dostluk mesajlarını çok daha anlamlı kılıyor. Buradaki “kardeşlik” kan bağının getirdiği bir “zoraki” bağ değil çünkü. Biri kendini tamamen futbol yeteneklerine adamış ve etrafındaki kötülüklerden kendisini sakınan, büyük olanı ise benzer yeteneklere sahip olmakla birlikte bir yandan yaşadıkları koşulların nerede ise doğası gereği denebilecek bir şekilde ve bir yandan da aileye maddi destek olmak amacı ile kimi yasadışı işlere bulaşmış bu iki kardeşin dostluğunu ve birlikte nasıl mükemmel bir ikili olduklarını sık sık (hatta bir parça fazlası ile sık bir şekilde) karşımıza gelen futbol sahnelerinden anlıyoruz. Aynı takımda birlikte oynadıklarında ortaya müthiş bir sonuç koyuyor kardeşlerimiz ve küçüğünün dokunaklı bir sahnede diğerine söylediği gibi “birlikte futbol oynadıkları zamanlar hayatlarının en iyi anlarını oluşturuyor”. Senaryo onların bu dayanışmasını ve kimi zaman da farklı tercihleri nedeni ile çatışmalarını hikâyenin ana odak noktası olarak kullanarak filme bir çekicilik katmayı başarıyor. Öte yandan mahallenin küçük mafyasını ve yaşanılan ortamın doğal bir sonucu gibi görünen günlük şiddet görüntülerini de hikâyenin bir parçası yapmayı çoğunlukla başarıyor senaryo. Ne var ki özellikle küçük kardeşin ilgi duyduğu ve başkasından hamile kalmış genç kızla olan ilişkisi gibi yan hikâyeler her ne kadar genç adamın karakterinin kimi özelliklerini vurgulamak için hikâyeye eklenmiş olsa da, açıkçası filmin genel havasına pek iyi oturmamış görünüyor. Bu probleme kardeşlerin futbol koçu olan karakterin konuşmalarından yaptıklarına bugüne kadar benzerini defalarca gördüklerinizden nerede ise bire bir kopyalanmış olmasını da ekleyelim. Koç ile çocukların annesi arasındaki, ilişkilerinin hangi boyutunu vurgulamak istediği veya hikâyedeki yerinin ne olduğu anlaşılamayan sevişme sahnesi ise oldukça gereksiz ve hatta rahatsız edici duruyor filmin geneli ile kıyaslandığında.
Toprak sahalar, mahalleler arası amatör maçlar, tel örgülerin kesilmiş yerlerinden kaçak girilen futbol maçları gibi kimi öğeleri ve Caracas kulübünün seçmeleri, gerçek maç görüntüleri ve kulüpteki yetenek avcısı ve teknik direktörünün göründüğü sahneleri ile futbol meraklılarının ayrıca ilgisini çekmeye aday olan film iki kardeşi canlandıran Fernando Moreno ve Eliú Armas’ın doğal ve hikâyenin vurgulamak istediği kardeşliğe hayli yakışan oyunlarından da destek alıyor. Yönetmen Rasquin’in futbol sahnelerini fazlaca kullanmasının yanında belki seyirciyi daha fazla etkilemek amacı ile kimi sahneleri bir parça uzattığını da söylemek gerek. Açılıştaki çöplükte bebek bulma sahnesi ve melodram etkisi yaratma gücü nedeni ile olsa gerek küçük çocuğun kendi hayatını kurtaran annesini koruyamamasından kaynaklanan suçluluk duygusu senaryonun dozunu gereksiz artırdığı kimi öğelerin bu alandaki örnekleri oluyor. Keşke klişelerden bir parça daha uzak durulabilseymiş diyeceğiniz ve sayıları az da olmayan anlara, teknik direktörün ağzından duyduğumuz ve yenik durumda oldukları maçın ikinci yarısı için sahaya çıkan takımı kastederek söylediği “bir farklılık var bunlarda” sözünün sarf edildiği sahne iyi bir örnek olabilir. Çete liderinin oldukça tanıdık çizgilerle çizilmiş olmasını da ekleyelim bu sorunlara.
Kusurlarına rağmen filmin olumlu mesajı, klişelerden destek alsa da yüreğe dokunmayı başaran pek çok sahnesi ve futbolun sadece futbol olmadığını hatırlatması ile yine de önemli olduğunu ve ilgiyi hak ettiğini söylemek gerekiyor. Daha olgun bir senaryo ve yönetmenliğin çok daha üst bir düzeye taşıyacağı filmi görmekte yarar var özet olarak.
(“Brother” – “Kardeş”)