“Otuz sekiz yıldır evliyim. Bir gün pişman olmadım evli olduğuma. Pişman olmadığım o gün… 2 Ağustos 1936 idi. Karım annesini ziyarete gittiği için tüm gün şehir dışında idi”
Bekâr hayatının tadını çıkaran zengin bir New York’lunun sarhoş olduğu bir gece evlendiği İtalyan kadından kurtulma çabasının hikâyesi.
Richard Quine’den Jack Lemmon’ın performansı ve Virna Lisi’nin güzelliği üzerine kurulmuş, epey eğlence vaat eden bir havada başlayan ama gerisini getiremeyen bir komedi. Tipik Amerikan politik doğruculuğunun ve yüzeysel ahlâkçılığının da izlerini taşıyan filmin mizahı, George Axelrod’un nereye gittiği başından belli olan ve sık sık dağılan senaryosundan çok Lemmon’ın ve diğer oyuncuların fiziksel performanslarından ve anlık durumların komikliğinden kaynaklanıyor.
Sıkı bir giriş ile başlıyor film aslında. Terry Thomas’ın canlandırdığı ve zengin ve mutlu bekârımızın uşağı, en yakın dostu ve sırdaşı olan karakterin doğrudan seyirciye (ve sadece erkek seyirciye) hitap ettiği tanıtımı ile başlayan keyifli girişle açılan film, sahip olduğu pek çok potansiyel çekiciliği bırakıp bildik sularda yüzmeye başlayınca ilginçliğini de yitiriyor. “Saten kırlentli” evler ile “fonksiyonel bekâr evleri” üzerinden üretilen mücadelenin hikâyesi, yanına başka temaları da alarak ilerlemiş olsaydı, film çok eğlenceli olabilirmiş oysa ki. Başlıbaşına tek bir konu, uşak ile patronu arasındaki ilişki, hikâyenin odak noktası olsa imiş örneğin, bugün hâlâ keyif ile hatırlanan bir klasik komedi örneği olarak görebilirdik bu filmi. Bu yargımın en temel göstergesi, patronunun evlenmesi ile bütün düzeni bozulan ve kadından kurtulmak için patronunu en uç çözümlere dahi teşvik etmekten kaçınmayan uşağın kendisini “aldatılmış” hissetmekten alamadığı sahnelerin keyifli ve komik anları. Bu “ilişki” bir komedi senaryosu içinde hayli espriler üretebilirmiş ama senaryo bundan özellikle kaçınmış görünüyor. Bunun yerine, tüm hikâye boyunca adamın yaşadığı hayata övgüler dizen ve bu hayatın tüm erkeklerin özlemi olduğunun altını çizen film, Virna Lisi’nin muhteşem güzelliği dışında bir çekicilik ilave etmeden adamı evliliğin yanına kendi isteği ile yerleştiriyor. Patronunun evlendiğini öğrenince ağzından çıkan ilk cümlenin “şimdi bize ne olacak?” olduğu bir uşak herhalde çok daha iyi değerlendirilmeliymiş diye özetlenebilir kaçırılan bu fırsat.
Senaryodaki sarkmalara, gereksiz uzamalara rağmen yine de filmde keyifli birkaç sahne var. Cenaze evi gibi bir ortamda geçen bekârlığa veda partisinin gelinin evlenmekten vazgeçtiğinin duyulması üzerine “Happy Days are Here Again” şarkısı ile zirvesine ulaşan bir çılgın partiye dönüşmesi, yeni evlilerin parti sahnesi, mahkemede bir tanığa dönüşüp kendi özgürlüğünün heyecanına kapılan avukatın evliliğe isyanı veya Lisi’nin suflesinin söndüğü sahne kesinlikle çok keyifli. Yine de filmin asıl mizahı bu sahnelerdenden çok, Lennon’ın partideki sarhoşluğu ve yine onun elindeki çorba tenceresi ile yaşadığı mutfak kazası gibi anlar filmin asıl doruk noktasını oluşturuyor. Lennon’ın bu sahneler başta olmak üzere gerekli katkıyı fazlası ile sağladığı filmde Virna Lisi’den seksi İtalyalı kız olması istenmiş ve o da başta partideki çılgın dans sahnesi olmak üzere bunu yine fazlası ile başarmış. Avukat ve karısı rolündeki Eddie Mayehoff ve Claire Trevor ile uşak rolündeki Terry Thomas da başarılı yan oyunculuklar ile bu ikiliden geri kalmıyorlar.
Baş karakterin öncelikle kendisinin yaşadığı (veya yaşamayı istediği) maceraları gerçek hayatta denemesi ve sonra bunları popüler çizgi romanları ile okuyucularının karşısına getirmesi gibi filme de hayli malzeme sağlayan hayatı senaryonun zeki olduğu anlardan biri ve bu tür anların daha fazla olmaması filmi zayıflatmış. Lemmon’ın uşağı ile gizli buluşmaları bu karakterin filmin finalinden sonra yaşayacağı gerçek hayatın göstergesi aslında ve film mahkemedeki keyifli “bas düğmeye Harold” sahnesinin peşinden gitmeyip sıradanlığa yönelmeyi tercih etmiş ve bu hayatın arkasına takılmış.
(“Karınızı Nasıl Öldürürsünüz”)