Hwang Hae – Hong-jin Na (2010)

“Muhtemelen burada öleceğim. Ama ölmeden önce tüm bunları başlatan kişiyi ve nasıl başladığını öğrenmek istiyorum. Ancak ondan sonra huzur içinde ölebileceğim”

Çin’in çoğunlukla Kore asıllıların yaşadığı Yanji şehrindeki bir adamın, borcuna karşılık işlemesi istenen bir cinayet için Kore’ye gitmesi ile gelişen olayların hikâyesi.

Güney Kore, ABD ve Hong Kong ortak yapımı olarak çekilen film Güney Koreli yönetmen Hong-jin Na’nın bir önceki filmi “Chugyeogja – Ölümcül Takip” gibi özellikle ülkesinde hayli ilgi gören ve yine gerilim ve suç türünden bir çalışma. İki buçuk saati aşan süresi, bol bol dökülen kanları, durmak bilmeyen temposu ve görkemli sahneleri ile adeta barok bir suç operası örneği bu film. Sonlara doğru neyin ne olduğu biraz karışmaya başlasa da ve (dozu zaman zaman fazla yükselen) şiddet anlarının bir kısmı parodiye dönüşse de, filmin genel olarak hayli güçlü bir etkisi olduğunu kabul etmek gerek. Kimi sahnelerinde seyircisine kurgusu ve gerilimi ile dört dörtlük bir sahne nasıl oluru gösteren film ilgiyi kesinlikle hak ediyor.

Senaryoyu da yazan Hong-jin Na baş karakterini hem çok iyi çiziyor hem de etnik kökeni ile de ayrıca ilginç kılıyor onu. Kuzey Kore, Çin ve Rusya arasında yer alan ve Çin’e bağlı özerk bir bölge olan Yanji şehrinde başlıyor hikâye. Çoğunlukla Koreliler’in yaşadığı bu şehirin Kore kökenli halkı Güney (ve Kuzey) Kore’de yaşayanlar tarafından çok sıcak bakılan bir etnik grup değil ve hikâyemiz bu halkın büyük kısmının ya yasadışı işlerde çalıştığını ya da Güney Kore’de kaçak olarak yaşadıklarını söylüyor. Altı aydır haber alamadığı karısı Güney Kore’ye çalışmaya giden ve kendisi de taksi şöförü olarak çalışan adam, yasadışı olanın hüküm sürüyor gibi göründüğü şehirde, karısının vize parası olarak aldığı borcu geri ödeyememesi nedeni ile kolaylıkla bir suç ağının kucağına düşüveriyor. Kore’ye yaptığı yolculuğun hedefi hem üstlendiği tetikçilik hem de karısını aramak oluyor böylece. Kahramanımızın etnik kökeni hikâyeyi hayli zenginleştirici bir unsur olmuş. Olayların akışından ilgiyi kendi üzerine çeken ayrı bir öğe olmuyor bu, aksine olayların akışında ara sıra belirleyici de olarak filme ek bir çekicilik kazandırıyor. Etnik kökenlerin kişinin nasıl algılanacağını (önyargılı olarak olumlu veya olumsuz) belirlemedeki öneminin dünyanın her yerinde aynı olduğunu anlıyoruz hikâye boyunca.

Oyunculukların dört dörtlük olduğu filmde, yönetmenin önceki filminde de başrollerde yer alan, taksi şöförü rolündeki Jung-woo Ha ve bir çetenin liderini oynayan Yun-seok Kim filmi tam anlamı ile sürüklüyorlar ama elbette öne çıkan filmdeki rolünün ağırlığı nedeni ile Jung-woo Ha oluyor. Tüm hikâye onun etrafında dönüyor, kamera hemen her zaman onu takip ediyor ve oyuncu sıkı bir fiziksel oyunculuk da gerektiren rolünün altından üstün bir başarı ile kalkıyor. Tüm macera süresince baştaki görünümünden beklenmeyecek bir fiziksel gücün yanısıra müthiş bir zekânın da sahibi olduğunu gösteren karakteri seyirci için çok cazip kılmayı başarıyor oyuncu. Senaryonun da sıkı bir desteği var burada elbette ona. Sık sık yeni sürprizlere açılan (ama sonlarda ipin ucunu da kaçıran) senaryo onun karakterinin hızlı karar alma ve kararını uygulama becerisine sürekli tanık olmamızı sağlayarak bu yaralı kahramana “hayran” ediyor kesinlikle. Yun-seok Kim ise karakterinin hayli karizmatik olarak çizilmesinden de yararlanarak ilgiyi üzerinden hiç eksik etmeyecek bir başarılı performans veriyor. Ne var ki filmin sonlarındaki, belki özellikle abartılmış ama parodiye dönüşme çizgisine hayli yaklaşan ve bazen de geçen sahnelerdeki yaklaşımın kurbanı da o olmuş. Yönetmenin de senaristin de o olduğunu düşünürsek, bu kusurun tek faili oluyor Hong-jin Na. Bu sahnelere kadar inandırıcılığına halel getirmeyen film, burada şiddetin ve vurdulu kırdılı anların cazibesine kapıldığından mı yoksa o ana kadar gösterdiği şiddetin fazlalığından rahatsız olup bir parça parodiye kayarak ortalığı yumuşatmaya çalıştığından mıdır bilmiyorum ama burada tökezliyor ciddi şekilde.

Ve şiddet… Ateşli silahların değil kesici aletlerin başrolde olduğu hikâyede kanlar fışkırıyor, vücutlar kesiliyor ve doğranıyor ve adeta kanla yazılan ve söylenen opera aryalarını sahneliyor yönetmen. Ve hakkını vermek gerekiyor filmin ki hayli etkileyici de oluyor. İşin ilginç yanı, tüm bu şiddet anları tek tek seyrederken belki o denli rahatsız etmiyor ama sonradan tüm o tanık olduklarınız üzerine düşünürseniz, dozun hayli yüksek tutulduğunu anlayabiliyorsunuz. Neyse ki film bu sahneleri o denli yüksek bir teknik ustalık ile getiriyor ki karşımıza sahnenin sinemasal güzelliği şiddetin rahatsız ediciliğinin önüne geçebiliyor. Evet, yönetmene gerilim yaratmak ve seyircinin nefesini kesmek konusunda bir eleştiri getirmek mümkün değil. Filmde pek çok örneği var ama özellikle bir sahnede bu beceri en üst düzeyde seyrediyor. Kahramanımızın ödeyemediği borcunun karşılığı olarak öldürmeye geldiği adamın evinin önünde başlayan ve cinayet ile devam edip, sonrasındaki kaçış ile sonlanan bu sahne kurgusu, oyunculukları, ritmi ve kamera kullanımı ile mükemmel bir gerilimin örneği kesinlikle. Hikâye buna benzer daha pek çok anla dolu ve becerikli çekilmese inandırıcılığın yanına bile yaklaşamayacak pek çok sahnenin gerçekçi görünmesini ve hem polisin hem çetelerin peşine düştüğü adamın süper kahramanlık yetenekleri olmadan tüm o tanık olduklarımızı yapabilmesinin yadırgatıcı olmamasını sağlıyor.

Filmin parodileşen sondaki şideet sahnelerinin yanında önemli bir başka kusuru da zaman zaman heyecanın şehvetine kapılıp bazı sahneleri uzatması. Adeta ülkedeki arabaların yarısının hurda haline geldiği takip sahnesi örneğin, hayli uzamış görünüyor. Son bölümlerde senaryonun barındırdığı onca hikâyeyi yakalama telaşında görünen bir kamera ve buna uymak durumunda kalan kurgunun zorunlu olarak kazandığı hızın filme zarar verdiğini de söylemek gerek.

Yukarıda andığımız ve Sun-min Kim’e ait olan kurgunun yanısıra, Sung-je Lee’nin “hem sert hem güzel” olmayı başaran görüntülerini ve Yeong-gyu Jang ve Byung-hoon Lee ikilisinin yerel motiflerden değil sıkı bir Batılı gerilim filminde tanık olabileceğimiz havalardan beslenen müzik çalışmasına da dikkat etmekte yarar var. Son bir not olarak başta Yanji şehrindekiler olmak üzere filmin yaratıcılarının iç ve dış mekanları ustalıkla kullandığını belirtelim. Enerjik, kahramanının becerdikleri ile zekâ dolu ve görsel gücü yüksek bu film karanlık atmosferi ile ayrıca görülmeyi hak eden bir çalışma kesinlikle.

(“The Yellow Sea” – “Ölüm Denizi”)

(Visited 70 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir