Il Gioiellino – Andrea Molaioli (2011)

“Kapitalizmin süper liginde oynamak için üç forvete ihtiyacın var: Medya, futbol takımı ve banka”

Nakit sıkıntısı nedeni ile iflasa sürüklenen ve yolsuzluğa da epey bulaşmış görünen bir şirketin muhasebe sorumlusunun hikâyesi.

2007 tarihli ilk filmi “La Ragazza del Lago – Göldeki Kız” ile İtalya’nın “David di Donatello” ödüllerinin En İyi Film dahil pek çoğunu kazanan Andrea Molaioli’nin 2011 tarihli bu ikinci filmi aynı ödüllerde bu denli şanslı olmamış ama ilgiyi özellikle de ikinci yarısı ile hak eden bir çalışma. 2003 yılında İtalya’da yaşanan ve Parmalat şirketinin iflası ile sonuçlanan finansal skandaldan esinlenen hikâye hafif bir kara komedi de barındırıyor ve dünyada son yıllarda ardı arkası kesilmeyen ekonomik krizler ve ülkemizin de özellikle son yıllarda içine düştüğü yolsuzluk sarmalı gibi konulara ilgi duyanlar için de çekici yanlar içeriyor.

Andrea Molaioli’nin filminin hikâyesi İtalya’da geçse de pek çok yönü ile Türkiye’de veya benzer ekonomik ve siyasi düzenlerin hüküm sürdüğü başka herhangi bir ülkede de yaşanabilirmiş hissi veriyor seyredene. Açılış sahnesinin bize gösterdiği gibi düzenin tüm egemen unsurları, burada iş adamları, siyasetçiler, askerler ve Vatikan, ortak çıkarlarını ve iktidar konumlarını korumak adına birlikte hareket ediyorlar bu düzende. Şirketler sahiplerinin ve üst düzey yöneticilerinin yüksek maaşları, lüks harcamaları ve hırsları ile çöküşe giderken de bundan zararı elbette onlar değil, sıradan insanlar görüyor. Filmimiz işte böyle bir hikâyeyi anlatırken karşımıza getirdiği şirket hırslı bir büyüme çabası içine giren, sürekli borçlanan, şirket gelirlerinin yöneticilerin lüks harcamalarını karşılamakta kullanıldığı bir kurum olarak dikkat çekiyor. Nakit ihtiyacı için borsaya açılırken veya yeni yatırımcıları çekmeye çalışırken de muhasebe oyunları ile şirketin borçları gizleniyor. Senaryo bunları anlatırken zaman zaman “alçak gönüllü” bir kapitalizmi özler gibi davranıyor (faaliyetine bir aile şirketi olarak başlayan şirketin sonradan içine düştüğü durumun temel nedeni olarak hırslı bir büyümenin gösterilmesi, şirketin sahipleri olan iki kardeş arasındaki tartışma vs.) zaman zaman ama bunun altını çizmiyor açıkçası. Filmin asıl derdi medyasından iş dünyasına ve siyasetine kadar toplumun tüm kurumlarının ortak bir yozlaşmanın parçası olduğunu anlatmak. Bunu başardığı da söylenebilir filmimizin ve bu başarıyı gösterirken de kimi sinemasal öğeleri diğerlerine göre daha etkin kullanıyor.

İç mekan tasarımlarının başarısı ve filmin ihtiyacı olan lüks havayı başarı ile yansıtan görüntü yönetimi (Luca Bigazzi) ve özellikle alçak tonda seyreden ve böylece filmin asıl derdine ve dramına gölge düşürmeyen kara komedisi öncelikle dikkat çekiyor. Toni Servillo’nun varlığı ve oyunu ise filme elbette ciddi bir katkı sağlarken, diğer yandan filmin bir problemini de ortaya koyuyor; Servillo’nun varlığı hikâye aslında sadece muhasebeciye odaklanmasa da ve zaten böyle ilerlemese de zaman zaman onu fazlası ile takip ediyor. Usta oyuncu bu odak kaymasını başarı ile taşıyor ve hem ekonomik hem gösterişli olmayı becerdiği performansı ile bu problemi nerede ise dengeliyor ama yine de seyircinin tüm öğeleri ile şirkete mi yoksa bu şirketteki özellikle bir adama mı konsantre olacağı konusunda kafasını karışıtırabiliyor bu durum. Filmin bir diğer sıkıntısı da kara komedinin gereksiz bir absürt havaya büründüğü anlar. Örneğin muhasebecinin şirket sahibinin yeğeni bir kadın olan bir diğer çalışanla birlikte ABD’ye yaptıkları yolculuktaki “büyük şehire gelmiş taşralı” havası oldukça anlamsız kalmış filmin bütünü içinde. Hikâyenin ilk yarısının bir parça yavaş geliştiğini ve seyirciyi içine çekmekte zorlandığını da söylemek gerek. Ne var ki ikinci yarıda, özellikle de şirketin batacağının ve yapılan yolsuzlukların artık örtbas edilemeyeceğinin anlaşılması ile birlikte hem filmin temposu artıyor hem de deyim yerinde ise yağ gibi akan bir kurgu ile hikâye hayli heyecanlı bir atmosfer yakalıyor.

Servillo ile birlikte, şirketin sahibini canlandıran Remo Girone’nin de başarılı bir oyunculuk sergilediği ve özellikle Rusya’da geçen sahnelerde kendisini gösteren görselliği ile de önemli olan film, belki tam bir başarı örneği değil ama içinde bulunduğumuz düzenin tüm o güçlü ve şık görüntüsünün arkasında nasıl bir talan çarkının döndüğünü hatırlatması ile bile ilgiyi hak eden bir çalışma.

(“The Jewel” – “Mücevher”)

(Visited 58 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir