Kill the Irishman – Jonathan Hensleigh (2011)

“Bütün becerebileceğiniz bu mu? Danny Greene’i öldürmek için birkaç torpil patlatmaktan daha fazlasını yapmanız gerekir”

1970’li yıllarda Cleveland’daki organize suç örgütlerinden birinin lideri olan İrlanda asıllı Danny Greene’in hikâyesi.

Amerikan mafya tarihinin “efsane” isimlerinden Greene’in hikâyesi Rick Porrello’nun kitabından Jeremy Walters ve filmi yöneten Jonathan Hensleigh tarafından uyarlanmış sinemaya. Hensleigh filmi çekebilmek için on yılı aşkın süre bir harcamış ve finansmanın bir kısmını da kendisi karşılamış filmi çekebilmek için. Aralıklarla film yöneten Hensleigh’nin bu üçüncü filmi öncelikle hedefini tutturamaması ile dikkat çekiyor: Bir efsaneyi lâyıkı ile anlatabilmek için yeterince güçlü bir film değil bu ve süresi için uzun bir hikâye anlatmaya çalışması nedeni ile gereğinden hızlı ilerliyor epik bir anlatımın gerektirdiğinin aksine. İyi oynayan kadrosu, kısıtlı bütçeye rağmen başarılı çekilmiş aksiyon ve özellikle patlama sahneleri ve ABD’nin tarihinin bir yandan da (ve belki de asıl olarak) bir suç tarihi olduğunu hatırlatan gerçek bir hikâyeyi gündeme getirmesi ile ilgi çekebilecek bir film yine de.

1970’lerin suç dünyasından bir efsaneyi, efsanevî özellikleri ile anlatmak istiyorsanız hem hikâyenin hem de mizansen anlayışının hakkını vermeniz gerekiyor. Elbette bir efsaneyi sadece bir birey, bir insan olarak da ele alıp sade bir hikâye de çıkarabilirsiniz ortaya ve bu hikâye ile de güçlü bir sinema üretebilirsiniz. Filmimiz bunu tercih etmemiş ama. Böyle olunca da film eleştirileri hak ediyor elbette. Öncelikle hikâye tam adı ile Daniel John Patrick “Danny” Greene’i neyin efsane kıldığını aktaramıyor seyirciye. Bir sahnede anlatıcı sesin (ki çocukluğundan onu tanıyan dedektifin sesi bu ve hikâyeye bu anlatıcılığı ile ne kattığını anlamak mümkün değil) onun bölgesinde “Robin Hood” olarak tanındığını vurgulaması ile şaşırıyorsunuz nerede ise çünkü o zamana kadar bu özelliğinden hemen hiç bahsedilmemiş veya yeterince vurgulanmamışken, bu ifadeyi kullanıp arkasından da bunu destekleyen bir iki sahne göstermek başarılı bir sinemacılık örneği değil açıkçası. Evet, kahramanımız güçlü, korkusuz ve cesur (bunu destekleyen ve kimi özellikle de iyi oynandığı için etkileyici de olan) pek çok sahne var ama bunların hiçbirinde onun “iyiliğini” vurgulayan bir unsura rast gelmiyorsunuz. Hikâyenin bir kusuru da kahramanın İrlandalı olmakla ilgili duduğu gurur ve kimi sembollerle gösterildiği üzere anlaşılan filmin de bu gururu doğruluyor olması ama bu doğrulamanın gerekçesi de yansımıyor seyirciye. Komşu İrlandalı kadınla bununla ilgili sahne ise hayli eğreti duruyor açıkçası.

Bir efsaneyi anlatan ama bize ancak efsanenin gölgesini yansıtabilen filmin en büyük faydası ise Amerikan tarihinin nasıl da suçla iç içe geçmiş bir tarih olduğunu göstermesi. Yozlaşmış sendikalardan yargı sistemine, film 1970’lerin Cleveland şehrinin organize suç örgütlerinin elinde olduğunu anlatıyor bize. Sadece 1976 yazında 36 bombalama olayının olduğu, ona yakın suç örgütü lideri ve üyesinin mafya içi çatışmalarda öldüğü bir şehirden bahsediyoruz. Hikâyenin aktardığı kadarı ile polis örgütünün olan biteni seyretmekten başka bir şey yapmadığı (ki yukarıda da belirttiğim gibi, anlatıcı rolüne büründürülen bir dedektifin zaman zaman ve neden o anlarda olduğunu anlayamadığımız bir şekilde ne olduğu ile bir iki cümle söylemesi hayli garip) o tarihlerde suikastler ve çatışmalar birbirini izleyip durmuş. Hikâyemizin anlattığı Greene karakteri de eli kanlı ve acımasız bir mafya lideri ve filmin neden burada zaman zaman da zorlayarak (tüm o Robin Wood ve Kelt efsaneleri sahneleri vs.) olumlu bir tip çıkarmaya çalıştığını anlamak pek mümkün değil. Evet, bir “efsane” olmuş olabilir ama herhalde sinemacının görevi bu efsanenin “gerçek yüzünü” daha iyi ortaya koymak olmalı diye düşünüyorum. Gerçek hikâyede olduğu gibi filmde de onun sonu neyse ki şehirdeki suç örgütlerinin nerede ise mekanik bir şekilde çökmesini sağlıyor ki bundan bir teselli çıkarabiliriz belki.

Kadın karakterlerinin (özellikle ilk eşin) hayli silik çizildiği filmde temel olarak diğer karakterler iyi anlatımış ve iyi de oynanmış. Başroldeki Ray Stevenson senaryonun elverdiği ölçüde işini başarı ile yapıyor. Aralarında Vincent D’Onofrio, Val Kilmer ve Christopher Walken’ın da (Walken daha önce defalarca canlandırdığı karakterlerden birini oynuyor olsa da) olduğu diğer oyuncular da filme oyunculuk anlamında güç katmışlar. Yönetmen Hensleigh filme tümü ile hâkim olamamış görünse de özellikle şiddet ve aksiyon sahnelerinde hayli başarılı bir iş çıkarmış ve doğru bir kurgunun da yardımı ile gerçekten etkileyici sahneler çekmiş. Başta açılış sahnesi olmak üzere ki film için sonradan yeterince yerine getirilemeyen pek çok şey vaat ediyor bu sahne, tüm öldürmeler kesinlikle çok başarılı. 1970’lerden pek çok şarkıyı da karşımıza getiren film pek çok eksiğine rağmen yine de göz atılmayı hak eden bir “avantür biyografi”.

(“Bulletproof Gangster” – “İrlandalıyı Öldür”)

(Visited 106 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir