“Hızlı hareket eden bir bulut görüyorum. Hayır, bu bir bulut değil, parçalanan bir duvak. Binlerce duvak rüzgâr tarafından şehre doğru sürükleniyor. Her bir duvak öfkeli ve acil bir diyalog, bitmemiş bir pembe dizi. Şimdi binlerce duvak ana meydana doğru kanat çırpıyor. Tekrar uçmaya başlamadan önce yere şöyle bir değiyorlar. Popüler bir uçuş. Şehri ele geçiriyorlar. Artık her evde bir duvak var. Her ev kadınının, her genç kızın bir duvağı var artık. Bundan sonra tüm Şilili kadınlar yüzünü bu duvakla örtecek. Tutkuların en kötüsü olan namus saf bir coşkuyla yakacak onları”
Şili’nin gerçeğinin farklı pembe dizilerden oluştuğunu, Şili gerçekliği diye bir şey olmadığını öne süren bir hikâye.
Raúl Ruiz ve Pia Rey’in yazdığı, Ruiz ve Valeria Sarmiento’nun yönettiği bir Şili filmi. Faşist diktatör Pinochet’nin 1973’teki askerî darbesinden sonra Fransa’ya kaçan Raúl Ruiz’in 1990’da döndüğü ülkesinde çekmeye başladığı ama yarım kalan bu filmi eşi olan ve senarist ve kurgucu olarak kendisi ile çalışan Valeria Sarmiento tamamlamış 2017 ‘de. Absürt ve fantastik tanımlamalarını hak eden bir içeriği olan filmde farklı pembe dizi karakterleri yedi ayrı bölümde çıkıyor karşımıza ve birbirlerinin dizilerine giriyorlar, konuşuyorlar, bir dizinin karakterleri olduklarının farkında olarak seyirciden bahsediyorlar ve tüm bunları yaparken de en temel özellikleri “sonsuz”a kadar sürmek olan pembe dizilerin klişelerini de birer birer sergiliyorlar. Ortalama bir sinema seyircisi için değil bu film kuşkusuz ama 2011’de hayatını kaybeden Ruiz’in sinemasını bilenlerin ve pembe dizilerin karakteristik özelliklerine hâkim olanların içine daha rahat girebilecekleri, kesinlikle eğlenecekleri ve bol bol da düşünecekleri bir sinema eseri.
Çok farklı bir sinemacı olan Raúl Ruiz genç yaşlarında Meksika ve Şili televizyonları için pembe dizi senaryoları yazmış bir sanatçı ve dolayısı ile burada Şili’yi anlatmak için yarattığı dünyayı içeriden tanıyan birisi. Filmlerine girmek kolay değil bu sinemacının ve burada da -herhalde pembe dizilerin her gün yayınlanmasına gönderme olarak- 1. gün, 2. Gün olarak yedi bölüme ayrılan filmde belli bir hikâye anlatmayarak seyircinin işini “zorlaştırıyor”. Oyuncuların birden fazla rolü (daha doğrusu pembe dizi karakterini) canlandırdığı bu “parçalı” filmde bizi pembe dizilerin dünyasına sokuyor Ruiz ama bunu elbette kendine özgü bir şekilde gerçekleştiriyor.
Filmin başında ve sonunda Ruiz’in çekimler sırasındaki siyah beyaz görüntülerini izliyoruz. Bu kısa sahnelerin ilkinde “action”, ikincisinde ise “Çekimler bitti” diyor Ruiz ve film ekibinin alkışları ile, seyrettiğimiz film de sona eriyor. Tüm Ruiz filmleri gibi bu da kendine özgü bir hava taşıyor: Mizahı; fantastik diyalogları, karakterleri ve atmosferi; absürt hikâyeleri ile kesinlikle sinemanın ilginç çalışmalarından biri çıkmış ortaya. Seyredildiklerinin farkında olan ve bir dizinin parçası olduklarını bilen karakterler bir pembe diziden diğerine geçiş yaparken, bu tür dizilerde karşımıza çıkan her türlü olayın da parçası oluyorlar: Aşk, tutku, ihanet, sonsuz ve boş konuşmalar, sadece o dünyada bir gerçekliği olan gerçeküstü olaylar, bir gerçekçilikten çok bir sürekli ilginçliğin peşinde olan senaryolar, tutarlılıktan çok özdeşleşmeyi umursayan yaklaşımlar, o kadar saçma ki gerçek olabilir dedirten hikayeler… Ruiz burada işte tüm bu öğeleri Şili toplumunun (buna bu tür dizilere düşkün tüm toplumları da ekleyebiliriz rahatlıkla ama “solculuk”, “komünizm” gibi kavramların da birer örneği olduğu gibi Şili’ye özgü yanlarının da epey yer aldığı bir film bu) bir panoramasını oluşturmak için kullanıyor.
“1. Gün – İnsanlar Bizi Seyrediyor” başlıklı bölüm sıkı bir giriş sağlıyor filme: Pembe dizinin pek çok klişesinin birlikte kullanıldığı bu bölüm en eğlenceli anların bir kısmını da içeriyor. Kendisine dokunmak isteyen adamı “İnsanlar Bizi Seyrediyor” diyerek uyaran kadının yine aynı adama sürekli olarak “Solcu musun?” diye sorduğu, kadının erkek kardeşi ile evli olduğu ve kendisi de evli olan adama “Seninle evlenmek istiyorum” demesi ve bu konuşmanın adamın üyesi olduğu sol partinin halkı katolik olan Şili’deki boşanma tartışmasına uzanması, dizilerin kaslı ve yakışıklı olmak dışında bir özellikleri olmayan ve buna gerek de duyulmayan erkek karakterleri ile alay edilmesi, zehirlemeler ve komploların gündeme gelmesi ve bir cinayetin işlenmesi bu bölümü yıllarca sürecek bir pembe dizinin mikro boyuttaki bir karşılığı yapıyor adeta.
Birden fazla bölümdeki “solculuk” konuşmalarının yanında politik açıdan öne çıkan 3. bölüm (“Risk Altındaki Bölgelerde İngilizce” gibi absürt bir isim taşıyor bu bölüm) tüm içeriği ile ülkenin politik kaosuna ve geçmişine eğlenceli referanslar içermesi ile ayrıca ilgi çekebilir. Birbirini temizleyen silahlı örgütler ve her birinin kendi eylemi ile ilgili bir bildiri yayınlama telaşı ile seyirciye hayli “eğlenceli bir saçmalık” sunan bu bölümde -diğer tümünde olduğu gibi- televizyon da bir obje olarak çıkıyor karşımıza. Bir başka bölümde, eskiden işkence yaptığı ortaya çıkan bir adamın “işkencenin etik prensipleri” açıklaması da bir politik karamizah örneği olarak filmin siyasî yanına katkı sağlıyor. Dizi karakterlerini başka dizileri seyrederken de görüyoruz televizyonda ekonomik ve politik konuşmalar yayınlanırken de; ya da bir dizinin karakterleri televizyonda yayınlanmakta olan bir programın parçası oluyorlar. Bu “iletişim” aracının toplumdaki yerini bu şekilde sık sık vurguluyor bize Ruiz.
Yedinci bölümün adının (“Bu hayatta kötü bir insan olursan, öteki hayatta Şilili olursun” – RR. kısaltmasından bu sözün yönetmenin kendisine ait olduğunu anlıyoruz) bir bakıma seyrettiğimizin Şili üzerine olduğunu hatırlattığı filmi yarıda kaldıktan yirmi yedi yıl sonra canlandıran Valeria Sarmiento’nun bir kurgucu olması da filmin ilginç yanlarından biri; çünkü burada yaptığı, eşi olan Ruiz’in yıllar önce çektiği kısa parçaları artık o hayatta yokken kelimenin tüm anlamları ile kurgulamak ve filmin doğumunu sağlamak olmuş. “Mantıklı” açıklamalar bulmaya çalışmayı değil, kendini bırakarak seyretmeyi ve eğlenmeyi gerektiren ve Jorge Arriagada’nın eğlenceli bir gerilim filmi havasını taşıyan -ve bir pembe diziye de oldukça yakışacak- müziğinin katkı sağladığı film ilginç bir çalışma kesinlikle ve sinema meraklılarının da görmesi gereken bir çalışma. Eşinin yarım kalan bir başka filmini de (“El Tango del Viudo”) tamamlayarak 2020’de gösterime sokmayı planlayan Sarmiento’nun ifadesi ile “Nerede olduğunuzu bilmediğiniz, sonra kendinizi bir pembe dizinin içinde veya dışında bulduğunuz ya da bir pembe diziyi seyretmekte olduğunuzu fark ettiğiniz bir film bu.
(“The Wandering Soap Opera” – “Pembe Dizi”)