Le Fils de Joseph – Eugène Green (2016)

“Hamile kaldığımda, onunla iki yıldır birlikteydim. Kürtaj yaptırmamı, yoksa beni terk edeceğini söyledi. Bense seni doğurmak istedim. Seni gereksiz acılardan kurtarmaya çalıştım. Bana minnettarlık borcun yok ama eşyalarımı karıştırmanı hak etmiyorum”

Kim olduğunu bilmediği ve annesinden de sadece “Senin baban yok” cevabını alabilen on beş yaşındaki bir genç adamın babasını arayışının hikâyesi.

Fransız yönetmen Eugène Green’in yazdığı ve yönettiği, Fransa ve Belçika ortak yapımı olarak çekilen bir film. Kutsal kitaplardaki, adağı nedeni ile oğlunu kurban etme hikâyesini günümüze taşıyan, daha doğrusu buradan yola çıkan ama çok güncel bir baba ve oğul ilişkisi ve aile olma çabasını anlatan film oldukça farklı ve çekici bir çalışma. Alçak gönüllü bir tonu olan filminde Green on beş yaşındaki Parisli bir gencin içinden hiç atamadığı baba arayışını ve nasıl sonuçlandığını farklı olmayı başararak, seyircinin ilgisini gittikçe artıran bir şekilde ayakta tutarak ve finalinin nasıl sonuçlanacağını tahmin edebilse bile seyircisini mutlu ederek anlatmayı başarıyor. Tecrübeli ve güçlü kadronun içinde, ilk kez bir sinema filminde rol alan Victor Ezenfis’in karakterinin “meleksi” naifliğine uygun performansı ile çok başarılı olduğu film içerdiği tüm dinsel ögelere ve göndermelere rağmen, oldukça seküler bir hikâye anlatan önemli bir çalışma.

Kuran’da İbrahim’in oğlu İsmail’i, İncil’de ise Abraham’ın oğlu Isaac’ı kurban etmesi, daha doğrusu Tanrı’ya verdiği sözü tutmak için kurban etmeye soyunması olarak yer alan hikâye filmimizin de odak noktasını oluşturuyor. Ne var ki Green’in senaryosu bu hikâyeyi hayli farklılaştırarak ve bazı unsurlarını da ters yüz ederek kullanıyor ama dinsel referanslarını da ihmal etmiyor. Örneğin çocuğun adı olan Vincent ilk Hristiyanlarda çok yaygın olarak kullanılan ve pek çok azizin benimsediği bir isim; annesi Meryem’in Fransızca karşılığı olan Marie’nin ve amcası ise İncil’e göre İsa’nın “resmî babası” olan Joseph’in adını taşıyor. Tanrı inancı ve Tanrı’nın sesi konuşmaları, kilisede geçen bir sahne, Caravaggio’nun “Sacrifice of Isaac” adlı tablosunun (İbrahim’in oğlunu kurban etmeye hazırlanırken meleğin görünmesini tasvir eden tablo) büyük boy bir reprodüksiyonunun oğlanın odasında asılı olması ve Georges de La Tour’un “Saint Joseph Charpentier” (çocuk İsa’yı babası Joseph ile birlikte gösterien tablo) ve Philippe de Champagne’in “Le Christ Mort” tablolarının (çarmıhtan indirilen ölü İsa’yı kefeni üzerinde yatırılmış olarak gösterir) uzun uzun görüntüde tutulmasının yanısıra hikâyenin bölümlerinin her biri kutsal kitaplarda anlatılan olayların isimlerini taşıması da (sırası ile, “İbrahim’in Kurban Edilmesi”, “Altın Buzağı”, “Isaac’ın Kurban Edilmesi”, “Marangoz” ve “Mısır’a Kaçış”) filmin dinsel boyutunun diğer öğelerinin örnekleri olarak gösterilebilir.

Peki tüm bu dinsel referanslarla ne anlatıyor Green? Joseph ile Vincent karakterlerinin bir sahnedeki konuşmalarına (“Tanrı’ya inanıyor musun? / “Kendi usulüme göre, evet”), “Mısır’a kaçış” bölümündeki eşekli bölüme ve tüm diğer referanslara rağmen film bir dinsel mesel anlatmak ya da propaganda yapmak peşinde değil. Yapımcıları arasında Belçikalı ünlü sinemacı kardeşler Jean-Pierre ve Luc Dardenne’in de bulunduğu filmde Green bir “ret ve kucak açma” hikâyesi anlatıyor bize ve bunu ince, duyarlı ve esprili bir şekilde yapıyor. Bir baba arayışında olan ve bu özlemini yoğun bir şekilde yaşayan delikanlının çevresindeki yaşıtlarından farklılığı, annesinin çok yorulmasına rağmen hemşire olarak çalışmak ve insanlara yardım edebilmekten duyduğu mutluluk ve Vincent’in sevgi dolu ve anlayışlı karakteri bu üç bireyi dinsel hikâyelerdeki iyi insanlara yaklaştırsa da, Green çok çağdaş bir hikâye anlatıyor aslında. Çocuklarının sayısı ve varlığını “detay” olarak gören ve detaylardan sıkıldığını söyleyen bir baba ve yayımcılık yapan bu adamın etrafındaki yapay dünya ve oradaki sahte ilişkilerin yerine üç karakterin sevgi dolu dünyasını koyan film, bir iyilik ve sevgi güzellemesi ve biyolojik babalığın (ve daha genel olarak biyolojik ailenin) değil; sevgi, saygı ve dayanışma üzerine kurulu bir ailenin asıl önemli olduğunu söylüyor bize. Belki modern sinema için çok yeni şeyler değil bunlar ama Green bu söylemini gerçekleştirirken zarif ve insancıl bir anlatım tutturuyor hep ve çok açık bir şekilde umut veriyor seyircisine. Bu açıdan filmi dürüst ve samimi bir “kendi iyi hisset” eseri kategorisine koyabiliriz rahatlıkla.

Karakterlerini duyguları dizginlenmiş tonlamalarla ve resmî bir havada konuşturuyor Green ve hikâyenin tüm şiirsellliği ve duygusallığına rağmen bu tercihin bir çelişkiye yol açmaması onun samimiyeti ve oyuncularının başarısının eseri. Dört ana karakteri canlandıran oyuncular (genç Victor Ezenfis ve üç tecrübeli oyuncu: Natacha Régnier, Fabrizio Rongione ve Mathieu Amalric) ve kısa rolünde çarpıcı bir performans sunan Maria de Medeiros karakterlerine hikâyenin gerektirdiği doğallığı rahatlıkla katarken, zaman zaman bir Yunan trajedisinin oyuncuları havasına da bürünüyorlar ve yaşadıklarının sadece kendilerine değil, herkese ait bir hikâye olduğunu hissettirmeyi başarıyorlar. Ezenfis’in sondaki gülümsemesinin seyirci için hoş bir ödül olduğu film Fransız sinemasının usta ismi Robert Bresson’un eserlerini hatırlatan havası, hikâyesini tüm farklılığına rağmen ciddiye almanızı sağlaması ve tüm referanslarını etkileyici bir doğrulukla kullanabilmesi ile önemli bir çalışma. Green yalınlığın içinden parlak bir sonuç çıkarmayı çok iyi başarıyor. Müziğin ve Raphaël O’Byrne’in yumuşak görüntü çalışmasının da önemli bir katkı sağladığı filmde “kilisedeki konser” gibi tuhaf bir çekiciliği olan sahneler ve Vincent ile delikanlı arasındaki sevginin elle tutulur hale gelecek kadar gerçek ve somut kılınması gibi başarılar var ve oyuncuların bir ruh halinden diğerine çok ufak dokunuşlarla ve neredeyse ifadelerinde ve bakışlarında hiçbir değişikliğe başvurmadan geçebilmeleri ile de önemli. Özetlemek gerekirse; zarif, komik ve hümanist bir film Eugène Green’in bu çalışması. Yönetmenin uzmanı olduğu ve eğitimlerini de verdiği barok tiyatronun ve hitabet sanatının izlerini taşıyan ve İkinci Dünya Savaşı’ndaki Fransız Direnişi’ne selam da gönderen bu filmi görmeli kesinlikle.

(“The Son of Joseph”)

(Visited 98 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir