“Ormana, tepelere ve vadilere baktığımda, bir hayvan ve diğer şeyler olarak yaşadığım geçmiş hayatlarım önümde beliriyor”
Ölmekte olan bir adamın önceki hayatlarını hatırlamasının ve hastalığı üzerine düşüncelerinin hikâyesi.
Çağdaş sinemanın ustalarından Taylandlı yönetmen Apichatpong Weerasethakul’dan “farklı”, derin ve çarpıcı bir film. 2010 Cannes festivalinde Altın Palmiye’yi kazanan film yönetmenin daha önceki temalarının etrafında gezinen, kimi anlarında büyüleyici bir güzelliğe ulaşan, içine girmesi zor ama has bir sinemaseveri keyiflendirecek bir çalışma. Yönetmenin deyimi ile “dönüşen ve hibritleşen” nesneler ve insanlar hakkında bir hikâyesi olan film yine yönetmeninin ifadesi ile sinemanın dönüşümü ve muhtemel ölümü üzerine de bir çalışma.
Yönetmenin gözde mekânı olan ormanın yine ağırlıklı bir yer tuttuğu film, ormanın içerdiği gizemi, karanlığı ve kimi görünen kimi görünmeyen farklı hayat biçimlerini öne çıkaran bir çalışma. Farklı zamanların, paralel hayatların birlikte yaşandığı bir mekân orman yönetmene göre ve, hayatın ve ölümün, yaşayanların ve ölülerin birlikte var olabildiği bir alan. Kahramanımızın ölü eşinin hayaletinin hikâyeye canlıları hiç de şaşırtmadan karışabildiği, kaybolan oğlunun ormanda geçirdiği dönüşüm sonucu aldığı yeni canlı türündeki halinin ortlaıkta gezinebildiği ve tüm bunların korku veya dehşet değil sadece hafif şaşkınlık yaratan bir sürpriz olarak karşılandığı film düz ve kronolojik bir hikâye bekleyenlere, her sözün, tavrın ve aksiyonun arkasında katı bir gerçeklik veya mantık arayanlara uygun değil kuşkusuz. Bu ölüme hazırlanma, geçmiş hayatlar ile yüzleşme ve yaşadığımız hayatlardan sadece şu anda içinde bulunduğumuza değil bu hayatların tümüne odaklanmamızı tavsiye eden film kimi düşsel görüntüleri ile hayli yüksek sinemasal keyifler de sunuyor seyredenine. Örneğin mağara gezisi tüm anları ile gerçek ve tüyler ürperten bir görsel şölen. Ana rahmine yolculuğun sembolü gibi görünen bu mağara gezisi mağaranın duvarlarında parıldayan yıldızları, kameranın hareketleri ve aslında genel olarak tüm atmosferi ile filmin başarısının doruğa çıktığı anların bir örneği oluyor. Bir çağlayanda prenses ile askerin öpüşmesi ve prensesin bir yayın balığı ile konuşması gibi sahneler ile hem görselliği ile hem de gereçeküstücü yanları ile çarpıyor seyredeni.
Ormanın da bir karakter olarak yer aldığı bir film bu ve yeşil ağırlıklı renkler ile oluşan görüntüler de ormanın karakter olarak filmde öne çıkmasını destekliyor. Hemen hiç kesilmeyen bir cırcır böceği sesinin duyulduğu bu müziksiz film hayatın içindeki gerçeküstücü öğeler ile gerçek öğeler arasındaki ayrımın ortadan kalktığı (kalkması gerektiği) bir hayatı düşünmemiz gerektiğini ve kendimizi inanmakta serbest bıraktığımızda ve kalıplarımızdan dışarı çıkabildiğimizde ruhumuzun özgür olacağını söylüyor ve bunu başaranları da öldüklerinde temelli göçenlerin karşısında hayalet olarak yaşamaya devam edebilmeleri ile anlatıyor. Ormanın, alaca karanlığın, ruhların, hayvanların, hayallerin ve düşlerin sadece doğanın sesleri ile anlatıldığı hikayenin hem hiçbir şey anlatmaz gibi görünüp hem de bunca şey söylemesi veya daha doğru bir deyiş ile bunca şey üzerine düşünmeye (ama meditasyon anlamında bir düşünmeye) teşvik etmesi filmin başarısının bir diğer göstergesi olarak çıkıyor karşımıza. Ölüm üzerine olan bir filmin öte yandan bu kadar hayat üzerine bir film olmasını da atlamamak gerek. Yönetmen dozunda tutulmuş bir şiirsellik ile fantezinin içinde dolaştırıyor seyircisini ve anlattığını anlamaya değil anlattığının içinde kaybolmaya çağırıyor. Bir canavar ile çektirdikleri ve sabit görüntüler ile karşımıza gelen askerlerin fotoğrafları bu çağrının tipik bir örneği olarak gösterilebilir.
Tüm fantezi öğelerinin arasında askerliği sırasında komünistleri öldürdüğü için “karmasının” etkilenmiş olduğundan korkan yaşlı adamın endişeleri veya Laos’tan gelen göçmenler gibi gerçek dünyanın konularını da filmine ustalıkla yedirmiş yönetmen ve film açılıştaki hem gerçeğin hem gerçeküstünün örneği olan ağaca bağlı bufalo sahnesinin çarpıcılığından başlayarak seyircisini başka bir dünyaya taşımayı başaran sinema eserlerinden biri oluyor. Filmdeki hayaletin söylediği gibi dünyevî meseleler bizi her zaman şaşırtmaya devam edecekler. Büyülü, düşsel ve çarpıcı bir film.
(“Uncle Boonmee Who can Recall His Past Lives” – “Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor”)