Los Conductos – Camilo Restrepo (2020)

“Kendimi yalnız hissettiğim için gruba katılmıştım. Sayımız çoktu. Dünyada kaybettiğimiz duygusu bizi bir araya getirmişti. Hepimizin saygı duyduğu bir adam vardı. Onu liderimiz olarak görür, her ne kadar bizim gibi genç olsa da, ona “baba” derdik. Baba bizim sesimiz, bizim bilincimizdi. Bizimle nasıl konuşulacağını bilirdi. Hepimize uzun zamandır özlemini çektiğimiz sevgiyi sonunda yaşadığımızı söylerdi; ama hepimiz bilirdik ki gruba sevgi için değil, topluma duyduğumuz nefret yüzünden katılmıştık. Baba bize duymak istediklerimizi söyleyerek, bizdeki tüm bu nefret birikimini aramızdaki bir tür sevgiye dönüştürürdü”

Katıldığı tarikat benzeri bir gruptan kaçan bir adamın grubun liderinden intikam alma arzusunun hikâyesi.

Camilo Restrepo’nun yazdığı ve yönettiği bir Kolombiya, Fransa ve Brezilya ortak yapımı. Berlin’de En İyi İlk Film’e verilen ödülü kazanan çalışma kısa filmlerle sinemaya giren Restrepo’nun seyirciyi zorlamaktan çekinmediği bir yapıt. Çok az sayıda karakter içermesine ve sadece 70 dakikalık bir süresi olmasına rağmen hikâyesini takip etmenin pek de kolay olmadığı filmde farklı ve hatta deneysel denebilecek bir görsellikle karşımıza çıkan Restrepo bu zorlu seyir sürecine rağmen baş karakteri Pinky’nin düşüncelerinin ve eylemlerinin parçası yapabiliyor meraklı ve sabırlı bir seyirciyi. Farklı şekil ve içeriklerde yorumlanabilecek hikâyesinde şiddetin egemen olduğu (burada özellikle Kolombiya toplumu söz konusu) bir toplumunun sert bir resmini çizerken; intikamın iyileştirici değil, tetikleyici ve döngüyü yeniden başlatıcı yanının altını çiziyor. Kesinlikle çok farklı ve ilgiyi hak eden bir yapıt.

Kolombiya şiddetin günlük hayatın nerede ise sıradan bir parçası olduğu ülkelerden biri. Devletle farklı militer grupların 1960’ların ortasından beri çatıştığı ve uyuşturucu kartellerinin de kendi iktidarını kuran ve koruyan önemli güçlerden biri olduğu ülkede geçen hikâyesinin kapanışını Kolombiyalı yazar ve şair Gonzalo Arango’nun 1958 tarihli bir şiirinin (“Elegía a “Desquite””) son bölümü ile yapıyor film: “Onu infaz eden askerler silahına el koydular / Silahın kabzasında bıçakla oyulmuş bir yazı vardı / Basitçe şöyleydi: “Bu benim hayatım” / Hiç kimsenin böylesine ölümcül bir hayatı olmamıştı / Dağ yamacına kazılmış mezarının başında dururken / Kendi kendime sordum: / Kolombiya ne zaman evlatlarını öldürmeye bir son verip / onların onurlu bir yaşam sürmesini sağlayacak? / Eğer Kolombiya bu soruya yanıt veremiyorsa / O zaman uğursuz kehanetim şudur: / İntikam geri dönecek ve yeryüzünü yine kan, acı ve gözyaşları kaplayacak”. Bu metindeki “o” İntikam adında bir adam ve Camilo Restrepo’nun filminde bu adam hikâyenin kahramanı Pinky ya da onun bir ormanda karşılaştığı bir adam (belki de kendisidir karşılaştığı) olarak çıkıyor karşımıza. Arango’nun çok net bir içerikle sorduğu soruyu, Restrepo sanrılı denebilecek bir hikâye ile anlatıyor. Gördüklerimizin ne kadarı gerçek ne kadarı Pinky’nin halüsinasyonları anlamak zor ve zaten yönetmenin de gerçek ile gerçek olmayanı birbirinden ayırt etmek gibi bir kaygısı varmış gibi görünmüyor.

Karanlıkta, gizlendiği yerden birini vuran bir adamın görüntüsü ile açılıyor film. Cinayeti işleyen Pinky adında bir adamdır ve hemen hep onun anlatıcılığı, arada bir iki farklı karakterle kısa diyaloglar ve sessizlik ile süren hikâyenin baş karaktedir bu genç. Uzun süredir “grup” dediği bir oluşumun parçası olmuş, sonra oradan kaçmış ve şimdi de bir intikamın peşindedir. Hikâyeyi bu şekilde özetlemek mümkün ama bu özet ne kadar yalın ise, film de bir o kadar karanlık aslında. Bu özet tamamen de doğru olabilir, kısmen de; gördüklerimiz Pinky’nin kafasının içinde midir sadece, yoksa onun gerçekten yaşadıklarının anısı ya da yaşayacağını düşündüğü anlar mı? Bu sorulara net bir cevap vermek zor ama sonuçta filmin bir şiddet ve intikam hikâyesini anlattığı, bunu görsel açıdan seyircinin de katılımını bekleyen bir boyutta yaptığı ve belli bir etkileyiciliğe ulaştığı rahatlıkla söylenebilir. Bir gömlekteki kurşun deliği ve etrafındaki kan lekesinin kırmızılığının kırmızı bir arabanın benzin deposundaki deliğe bağlanması gibi sembolik oyunlar da var filmde ama genel olarak gösterişten ve açık bir sembolizmden kaçınmış yönetmen. İlk konuşmayı (kendisini anlatan Pinky’nin sesidir bu) ancak 11. dakikasında duyduğumuz filminde Restrepo, ses ve rengi kullanımı (sık sık karanlık bir görselliği olduğu halde) ile öne çıkarmayı tercih etmiş filmini ve derdini böyle anlatmayı seçmiş. 16 mm negatif kullanarak ve eski usul bir çerçeve oranı (akademik çerçeve oranı) seçerek de desteklemiş farklı biçimselliğini.

“Grubun dışında var olan her şeye, herkese, diğer insanlara “dünya” derdik.… biz, yani “seçilmişler”, ona nasıl şekil verilebileceğini bilen tek kişilerdik. Öldürmek, çalmak, hükmetmek; tüm bunlar demire şekil vermek için onu dövmek gibi, dünyayı dönüştürmek için gereken güçlerden başka bir şey değildiler” diye konuşuyor bir sahnede Pinky anlatıcılık yaptığı bir anda. Burada kendisini tek ve mutlak doğru kabul eden, kendileri dışındaki her şeyi tek bir kategori altında toplayan tüm gruplara bir eleştiri yapıyor Restrepo. Bu eleştirinin hem Kolombiya hükümetlerini hem de onlara karşı kurulan silahlı ideolojik örgütlere (örneğin FARC’a) yönelik olduğunu da düşünmek mümkün. Pinky’nin örgütün “baba”sı olduğunu söylediği adamın televizyona çıkarak yoksul mahallelerde yollardaki koca deliklerden söz ettiğini söylemesi (ve bu yoksulluğu kendi ajandası için kullandığını ima etmesi) bu düşüncenin doğruluğunu destekliyor şüphesiz. Burada filmin kendini idelolojiler üstü bir konuma yerleştirdiğini ve şiddetin tüm taraflarını aynı kefeye koyduğunu görüyoruz ki özellikle de politik örgütlerin tarafında olanların bu tercihi eleştireceği açık. Buna karşılık, örneğin FARC adındaki devrimci silahlı örgütün eylemlerinin finansmanlarını sağlayabilmek için uyuşturucu ticareti dahil pek çok suça karışmaktan kendisini alıkoy(a)madığını hatırlamakta yarar var. Filmde İntikam adındaki karakterin “Hiçbir şeyim yok; çünkü hiçbir şeye ihtiyacım yok” sözü şiddetin taraflarının “gözü karalığının” gidebileceği noktanın da bir işareti olarak görülebilir.

Görüntülerde imzası bulunan ve karanlığın içinde çekici bir atmosfer yaratmayı başaran Guillaume Mazloum ve ürkütücü bir tedirginlik melodisi olarak tanımlanabilecek müziklere imza atan Arthur B. Gillette’in katkılarının atlanmaması gereken film, bulutların arasındaki parlak bir güneşin görüntüleri ile sona ererken, bu güneşin kendisini gösterip gösteremeyeceğini seyirciye bırakıyor sanki ve ona şiddetin sadece yeni çözümsüzlükler yaratan bir “çözüm” olduğunu hatırlatıyor. Filmin kahramanı olan ve hikâye de hayatından esinlendiği söylenen Luis Felipe Lozano’nun zor bir oyunculuğun altından kalkmayı başardığı film inançları üzerinden sömürülen ve kullanılanların öyküsü bir bakıma. Pinky’nin anılarının içinde sıkışıp kalırken ve geçmişe gittikçe kendi kimliğini yitirmesi ve 1950’li yıllarda Kolombiya’da yaşamış gerçek bir haydut olan İntikam’a dönüşmesini kesinlikle ayrıksı bir dille ve örneğin Alejandro Jodorowsky’i hatırlatan bir şekilde anlatan filmi yönetmen sessiz olarak çekmiş ve sesi sonradan oluşturmuş. Bu tercihinin filminin “bir ânı yakalamaktan çok, bir anı yaratmak” hedefinin gereği olduğunu söylemiş yönetmen bir röportajında. Luis Felipe Lozano’nun gerçek hayattaki “babayı öldürme” arzusunu “Tamam, bunu yapalım ama bir filmde yapalım bunu” sözleri ile cevaplamış yönetmen ve filmin çalışmalarını bunun üzerinden başlatmış. “Baba”nın devlet ve devletin de toplumdaki şiddetin yaratıcısı olduğunu düşünerek ve bu bağlamda “Oedipus Kompleksi” ışığında da okunabilecek olan film o “yoğun bir izleme eylemi” gerektiren çalışmalardan biri.

(Visited 104 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir