Lulu Femme Nue – Sólveig Anspach (2013)

“Tek şaşırdığım, bunca zaman bunu yapmadan nasıl yaşayabildiğim”

Bir iş görüşmesi için gittiği yerden, plan yapmadan ve hiç aklında yokken kocasına ve üç çocuğuna geri dönmeme kararı alan bir kadının hikâyesi.

Henüz 54 yaşındayken ve son filmi gösterime girmeden hayatını kaybeden İzlandalı yönetmen Sólveig Anspach’ın senaryosunu Jean-Luc Gaget ile birlikte yazdığı bir Fransa yapımı. Étienne Davodeau’nun aynı adı taşıyan çizgi romanından uyarlanan film derdini bağırmadan ve bir mesaj kaygısı duymadan anlatmayı başaran, sakin ve alçak gönüllü bir çalışma. Başroldeki Karin Viard’ın ve yardımcı bir roldeki Claude Gensac’ın performansları ile parladığı film bir “feminist sinema” örneği olarak da nitelendirilebilecek, mizahı ihmal etmeyen, yalın ve başarılı bir çalışma.

Açılış jeneriğine önce bir topuklu ayakkabı sesi, daha sonra ise açılan ve kapanan bir kapı sesi eşlik ediyor. İlk tanık olduğumuz görüntü ise bir tuvalette ayna karşısında kendisine çekidüzen vermeye çalışan, tedirgin görünen ve bir süre sonra da yanlışlıkla erkekler tuvaletine girdiğini anlayan bir kadın oluyor. Adı Lucie olsa da, herkesin Lulu dediği kadın iş görüşmesine gelmiştir bir sekreterlik pozisyonu için. Görüşme sonrası telefonla konuştuğu kocasının anlayışsız sesine ve cümlelerine alışık olduğunu anladığımız kadın ani bir kararla treni kaçırdığını ve ertesi gün döneceğini söylüyor kız kardeşine telefonda. Önceden planlanmış bir karar değildir bu, öylesine ve o anda alınmıştır ve sonrası da düşünülmemiştir hiç. Bundan sonra izleyeceğimiz ise tam bir maceradır. Alışık olduğu ve kendisini pek de tatmin etmeyen hayatın dışına bir adım atmıştır kadın ve sonrasını da hiç düşünmemiştir. Sólveig Anspach bu kadının yaşadıklarını ve hislerini benzer bir hayatı olan herkesin çok iyi ve iç geçirerek anlayacağı bir hikâye ile getiriyor karşımıza. Otelde kaybolan evlilik yüzüğünün de sembolü olduğu özgürlüğün unuttuğu tadını bir an için hatırlamanın mutluluğunu inandırıcı ve çekici olduğu kadar, eğlendirici de olabilen bir şekilde karşımıza getiriyor yönetmen.

Filmin en önemli özelliği dürüstlüğü olsa gerek. Kolayca kaba bir feminist mesaja dönüşebilecek hikâyeyi nerede ise tam bir tarafsızlık ile anlatıyor Anspach. Kadının yanında duruyor ama bunu o denli doğal bir şekilde yapıyor ki siz de kendinizi onun yanında buluveriyorsunuz. Karin Viard’ın yalınlığı ve içtenliği ile dikkat çeken performansı da destekliyor bu durumu ve kadının duygularını oldukça ekonomik ve gerçekçi oyunculuğu ile göz doldurarak aktarıyor sanatçı. Denizin de tıpkı Viard gibi başrolde olduğu bir film bu. Kadının deniz kenarında, kollarını iki yana açarak ve havayı içine çekerek özgürlüğü tatması ya da çıplak denize girmesi veya denizin önemli sahnelerde hep görüntüde olması özgürlük duygusunun hep yerini korumasını sağlıyor hikâye süresince. Macerası boyunca karşısına üç farklı karakter çıkıyor kadının: Yalnız yaşayan yaşlı bir kadın, deniz kenarında karşısına çıkan egzantrik bir adam (ve eksantrik iki kardeşi) ve çalıştığı kafede patronunun acımasız tacizleri altında ezilen bir genç kız. Kadının macerası hem kendisini hem de bu üç karakteri derinden etkiler ve dönüştürürken hikâye de tam bir özgürlük ve bağımsızlık “manifesto”suna dönüşecektir ama bu manifesto kabalıktan uzak, zariflikle örülmüş ve gerçekçi bir bildiri vasfını hep koruyacaktır.

“Gördüğünüz gibi kız kardeşinizin durumu gayet iyi. Buna ne diyorlardı? Evet, mutluluk!” ifadesinin çok iyi özetlediği bir hikâye bu. Kadın, karşısına çıkan yaşlı kadın, kız kardeşi ve çocuklarının en büyüğü olan kızın filmin ana karakterleri olması hikâyeyi bir “kadın filmi” olarak nitelemeyi de mümkün kılıyor. Tüm bu kadın karakterlerin arada ufak çatışmaları olsa da dayanışmaları hikâyeye dürüst bir duygusallık da armağan ediyor. “Hiç dönmeyeceğinden korkmuştum” sahnesinden kız kardeşin tanığı olduğu mutluluktan etkilenmesine ve kahramanımız ile yaşlı kadının tüm ikili sahnelerine hikâye dostluğun, sevginin ve dayanışmanın önemine dikkat çekiyor düzenli olarak. Yaşlılık ve yalnızlık korkusunun da (“İstemediğim şey yalnız ölmek, bir köpek gibi. Yalnız, kendi başıma”) öne çıktığı ve birkaç dokunaklı sahne ile yüreklere de seslenen film insanı insan yapanın seçim yapabilme özgürlüğü olduğunu ve kadının diğer tüm sıfatlarından (anne, eş vs.) önce bir birey olduğunu hatırlayan başarılı bir çalışma. İlişkilerin ve aile kurumunun bireylerin gerçek karakterlerini yok ettiğini de unutmamanızı sağlıyor hikâye ve özgür bir yaşama düzülmüş bir övgü olmayı da başarıyor.

2016’da hayatını kaybeden ve Fransız sinemasında özellikle Louis de Funès’e eşlik ettiği filmleri ile tanınan Claude Gensac’ın yaşlı kadın karakterini hem eğlenceli hem dokunaklı kılmayı başararak Karin Viard ile birlikte hikâyeyi zenginleştirdiği film küçük mizah anlarını biraz daha zenginleştirebilirmiş gibi görünse de ve ikinci yarısı bir parça sarkmış olsa da kesinlikle ilgiyi hak eden bir çalışma. Anspach ile sık sık birlikte çalışmış olan görüntü yönetmeni Isabelle Razavet’in özellikle deniz kenarında geçen sahnelerde pastel renkleri ile iç açan kareler yarattığı film sinemanın erken yitirdiği yönetmenlerden birini anmak için de iyi bir fırsat.

(“Lulu in the Nude”)

(Visited 269 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir