“Hanımefendi, korku filmlerinde dedikleri gibi, sonunuz çok kötü olacak!”
Akıl hastanesinden çıkan bir korku filmleri yıldızının oynadığı karakterin işlediği cinayetler nedeni ile yaşadıklarının hikâyesi.
Korku filmlerinin usta oyuncusu Vincent Price’ın bu türde yaptığı “ucuz” filmlerle bilinen American International Pictures (AIP) şirketi ile yaptığı on dört yıllık işbirliğinin son örneği. Kahramanının bir süre akıl hastanesinde yatmış olması dışında hikâyesi ile pek de ilişkisi olmayan bir isim verilen film Angus Hall’ın “Devilday” adlı romanından -oldukça serbest bir şekilde- uyarlanmış. Senaryoyu Ken Levison ve Greg Morrison yazarken, yönetmenliği Jim Clark üstlenmiş. Bu yıl hayatını kaybeden ve sinemadaki asıl kariyeri kurgu alanında olan Clark kariyeri boyunca toplam dört uzun metrajlı konulu film çekmiş ve bu da onların sonuncusu. Price’a, oyuncuya aşina olanların çok yakından bildiği oyunculuğunu bir kez daha tekrarlama fırsatı veren film, AIP’nin portföyündeki filmleri hatırlatan hikâyesi ile pek orijinal görünmüyor ve hatta o filmlerin daha da ucuz bir kopyası gibi görünüyor çoğunlukla. Price’ın filmleri içinde gişe geliri en düşük olanlardan biri olan eser temel olarak katıksız korku filmleri hayranları ve AIP filmlerinin meraklıları için önerilebilecek ve elbette asıl olarak Price için görülmeyi hak ettiği söylenebilecek bir çalışma ama çekici başka yanları da var neyse ki.
Hikâye yıllar önce bir partide yaşananlarla başlıyor ve bir cinayet işlediğinden şüphelenilen ama bu kanıtlanamadığı ve öldürülen nişanlısının cesedini görünce aklını yitirdiği için yıldız oyuncunun akıl hastanesine yatırılmasını anlatıyor. Sonra günümüze geçiyor film ve akıl hastanesinden çıkan oyuncunun şöhretinden yararlanmak amacı ile onun sinemada canlandırdığı “Doktor Ölüm” karakterini kullanarak çekilecek televizyon dizisi için ABD’den İngiltere’ye davet edilmesi ile gelişen olayları ve işlenen yeni cinayetleri anlatıyor. Hikâyenin gerilimi temel olarak cinayetleri oyuncunun kendisinin mi işlediği veya bir başka deyişle, cinayetleri işlerken Doktor Ölüm’ün filmlerdeki maskesini giyen kişinin kim olduğu üzerinden ilerliyor. Açıkçası film de tüm gerilimini bu bilinmezlikten alabiliyor ve o da hikâyeyi sürüklemek için her zaman yeterli olamıyor. En azından katilin kim olmadığını iyi bir korku filmi seyircisi çok çabuk tahmin edebilir ki bu da filmin zayıflıklarından biri. Bu “katil kim” geriliminin dışında ise film kendisine başka bir gerilim veya korku kaynağı yaratamıyor ne yazık ki. Hemen tüm gerilim sahneleri benzerlerini daha önce bu tür “ucuz” filmlerde gördüklerinizi hatırlatıyor ve örneğin koltuğunuzda rahatsız oturmanızı sağlayamıyor.
Tekin görünmeyen bir bahçe içindeki malikâne, karanlık, sis ve örümcek ağları gibi bu tür filmlerin olmazsa olmazlarının yerlerini aldığı filmin hikâyesindeki karakterler de yeterince çekici değiller. Örneğin çılgın kadın karakteri onca tuhaf sahnesi ve hikâyeye aslında pek de bir şey katmaması ile senaryonun gereksiz unsurlarından biri. Bunun yanında senaryonun kimi sahneleri gereksiz uzattığı da dikkat çekiyor; örneğin kahramanımızın gece adını söyleyen bir kadının sesi ile uyandığı sahne veya cinayetlerden birinin öncesinde olanlar gereksiz uzunlukta. Buna karşılık kimi olaylar anlatılabileceği en kısa sürede ve bir telaş içinde anlatılıyor ve sahneler arasındaki bu tempo dengesizliği filme zarar veriyor. Hikâyenin gelişimi içinde sık sık yıldız oyuncunun oynadığı eski filmlerden sahnelerin gösterilmesi de asıl seyrettiğimiz filmin temposunun düşmesine neden oluyor ve bu da bir korku filmi için iyi bir durum değil kuşkusuz. Kusurlarından devam edersek, filmin türünün çerçevesi içindeki gerçekçilik seviyesine bile zaman zaman aykırı düşmesini ve kimi gelişmeleri açıklayamamasını da ekleyelim son olarak.
Sonuçta AIP filmleri içinde veya genel olarak korku/gerilim türü içinde önde gelen veya bir kült ya da klasik olarak nitelendirilebilecek bir film değil bu. Buna rağmen filmi görmeye değer kılacak öğeleri de atlamamak gerek. Başta Price’ın ve Peter Cushing’in varlığı, bu tür filmlerin müdavimi kimi karakter oyuncuları, iki ayrı filmin klipleri ile de olsa Basil Rathbone ve Boris Karloff’u görebilme şansı, Douglas Gamsey imzalı ve hikâyeye çok iyi uyan görkemli müziği, kapanış jeneriklerine eşlik eden ve Price tarafından seslendirilen şarkısı ve finaldeki sürpriz gelişme filmi çekici kılabilir pek çok sinemasever için. Önce hikâyeye daha fazla yakışan bir şekilde “Doktor Ölüm’ün İntikamı” adı verilen filmin çekimlerindeki kimi sıkıntılar (yapımcı şirketler AIP ile Amicus arasındaki anlaşmazlıklar, senaryonun sık sık değiştirilip son anda oluşturulması, fazlası ile düşük bütçe ve yönetmen Jim Clark’ın kurgudaki ustalığı olmasa filmin olduğundan çok daha dağınık görünmesine yol açacak şekilde kaos içinde çekilen sahneler vs.) sonucu olumsuz yönde oldukça etkilemiş olsa da, zaman zaman “camp” havasına bürünen film o dönemde artık gözden düşmekte olan türden korku filmlerinin örneklerinden biri olarak da görülmeye değer olabilir.
(“Tımarhane”)