“En büyük delilik hayatı olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi görmektir”
Cervantes’in Don Kişot romanının yazarın da içine katıldığı müzikal bir uyarlaması.
Cervantes’in klasik romanından televizyona, oradan bir sahne müzikaline ve bu müzikalden de Arthur Hiller tarafından sinemaya uyarlanan bir eser. Kimi şarkıları ve müzikal sahneler dışında Peter O’Toole ve Sophia Loren’in yarattığı keyif ile ilgi çeken film bunun dışında sinemasal olarak çok da bir şey vaat edemiyor seyredene. Televizyon oyununun da yazarı olan Dale Wasserman’ın senaryosunun Cervantes’i de Engizisyon ile başı derde giren bir yazar olarak hikâyeye katmış olması filme sanatçı ve kilise üzerinden bir özgürlük mücadelesi teması da getirmiş ama film başta Hiller’ın müzikal yönetiminde yetersiz kalması olmak üzere kimi başka kusurları ile de seyredeni bir türlü sarıp sarmalayamıyor.
İtalyan-Amerikan ortak yapımı olarak çekilen filmde bir yandan Engizisyon’un hapse attığı yazar ve yardımcısının oradaki mahkumlarla romanı canlandırmasını, diğer yandan bu canlandırmadan yola çıkılarak anlatılan (ve görüntülenen) romanın kendisini izliyoruz. Bu yöntemin sonucu olarak da hemen tüm oyuncular filmde iki rolü birden canlandırıyorlar. O’Toole Cervantes’i ve Don Kişot’u, James Coco yazarın uşağını ve Sanço Panza’yı, Sophia Loren de mahkumlardan Alzona’yı ve Dulsinea’yı karşımıza getiriyorlar. Filmin oyunculuk açısından, müzikal sahneler bir kenara bırakılırsa, bir sıkıntısı yok. Hatta başta O’Toole ve Coco olmak üzere ve kendisinden öfkesini sergilemek dışında bir şey beklenmemiş görünen Loren de dahil olmak üzere hayli keyifli oyunculuklar var filmde. Ne var ki bu oyuncuların bir müzikalin beklentileri açısından bakıldığında çok da iyi notlar almayacakları açık. O’Toole şarkıları kendi söylemiyor ama diğer tüm oyuncular kendi sesleri ile dile getiriyorlar şarkıları. Problem bu şarkılı sahnelerde oyuncuların hemen hiçbirinin bir müzikalin dinamizmini, lirikliğini ve hafifliğini sergileyemiyor olması. Bu probleme Arthur Hiller’ın müzikal sahnelerde sık sık yakın plana başvurması gibi yanlışlığı açık olan bir tercihi de ekleyince, bu sahneler gerçek bir keyif olmaktan hayli uzak düşüyor. Hiiler’ın yakın plan kullanımı özellikle kalabalık sahnelerde iyice rahatsız edici; bu sahnelerde dans eden (aslında hareket eden demek gerek çünkü müzikallerden alıştığımız danslar yok burada) ve şarkı söyleyen onlarca oyuncunun içinde kimin ne yaptığını anlamak bile zor oluyor ve film sahip olabileceği ferahlıktan uzak düşüp adeta nefessiz kalıyor. Halbuki başta “Man of la Mancha (I, Don Quixote)” adlı şarkı olmak üzere “Impossible Dream” ve “Little Bird, Little Bird” gibi hayli keyifli şarkıları var filmin. Özellikle filmin müzikal anlamda açılışını da yapan ilk şarkı bugün en bilinen Broadway klasiklerinden biri olarak sık sık seslendirilen bir eser konserlerde. Hiller’ın mizansen anlayışı bu şarkıları ve müzikal sahneleri harcamış görünüyor kısacası.
Hiller sık sık başvurduğu zumlar ile de filme dinamizden çok bir sıradanlık katmış gibi görünüyor, en azından bugünkü sinema anlayışı açısından bakıldığında. Wasserman’ın senaryosu alegorileri, felsefesi ve temaları ile yeterince “ağır” bir roman olan Don Kişot’a yazarın kendisini, Engizisyon’u ve sanat ve kilise çatışmasını da katarak daha da ağır bir sonuca neden olmuş gibi düşünülebilir ama tam aksine film oldukça hafiflemiş bu tercihin sonucunda. Ne var ki bu hafifleme ilginç bir şekilde filmin müzikal yapısından değil eserin ağırlığının önemli ölçüde kaybolması ile oluşmuş görünüyor. Böylece de “demirden dünyaya onu altın yapmaya” gelen Don Kişot’un hikâyesi özellikle kitabı okumamış olanlara gerçek resminin yetersiz bir kopyası ile görünüyor. Yönetmen değişikliği (Arthur Hiller’dan önce tiyatro yönetmeni Albert Marre ve tiyatro/sinema yönetmeni Peter Glenville projede yer almış ve hatta kimi sahneleri Glenville çekmiş) ve kısıtlı bütçenin de aralarında olduğu kimi yapım sorunları ile de boğuşmak durumunda kalan ve güneşli Endülüs’ün sıcağını karanlık bir zindanın duvarları içine hapsetmiş görünen film yine de O’Toole ve Loren’in varlığı ve şarkıları ile ilgi toplayabilir.
(“Don Kişot”)