“Taraf değiştirmek bir casusun karakteridir. Bakalım bu kez kimin tarafında olacak. Bir döneğin bile tek bir vatanı vardır”
1920’li yıllarda Japonya’nın işgali altında olan Kore’de direnişçilerin ve Japonlar için çalışan Koreli bir polis şefinin hikâyesi.
Jee-woon Kim’in yönettiği ve senaryosunu Ji-min Lee ve Jong-dae Park ile birlikte yazdığı bir Güney Kore yapımı. Yabancı Dilde Film dalında Güney Kore’nin Oscar’a aday gösterdiği film başta ülkesindekiler olmak üzere özellikle Asya ülkelerinde düzenlenen festivallerde ve yıl sonu değerlendirmelerinde bolca ödül kazanmış bir çalışma. Kendisini özellikle Japon karakterlerin ve Japonlar için çalışan Korelilerin abartılı bir şekilde kötü çizilmesi ile gösteren bir milliyetçi havası olan film, -özellikle karakter sayısının çokluğu nedeni ile- dikkatli izlemeyi gerektiren olay örgüsü, iyi oyunculukları ve iyi kotarılmış aksiyonu ile ilgiyi hak eden bir casusluk gerilimi olarak nitelenebilir. Uzun süresine rağmen pek sarkmayan film, sahip olduğu ve özellikle açılış sahnesinde belirgin olarak kendisini gösteren uzak doğu havası ve 1920’lerin havasını çekici olarak karşımıza getiren set ve kostüm tasarımları ile de ilgi çekmeye aday.
Para kaynakları kesilince, ihtiyaç duydukları parayı karşılamak için küçük tarihî bir heykeli satan direnişçilerin polis baskınına uğramaları ile başlıyor film. Bu sahne hem içeriği hem de biçimi açısından filmin bir özeti olarak görülebilir. Film boyunca hiç eksilmeyecek olan tedirginlik duygusu, kimin dost kimin düşman olduğu karmaşası, muhbirler vs. gibi unsurlar bu sahne ile başlayarak finale kadar hikâyenin ana elemanlarından biri oluyorlar hep. Benzer şekilde, damlarda gezindiğini de gördüğümüz hareketli ve sürekli kayan bir kamera, sert sahneleri göstermekten de çekinmeden hayli iyi çekilmiş bir aksiyonu getiriyor önümüze. Bu açılış sahnesinde peşinde belki yüze yakın askerin olduğu direnişçilerin kaçma çabasını izlerken nerede ise soluksuz bırakıyor sizi film. Bu sahnede daha sonra hikâyenin ana karakterlerinden biri olacak olan Koreli polis şefi ile de tanışıyoruz ve onun daha önce direnişçiler için tercüman olarak çalıştığını da öğreniyoruz; onun şahsında karakterlerin hangi tarafta olduğunun belirsizliği ana temalarından biri oluyor hikâyenin.
Fışkıran kandan sert işkence sahnelerine ve vurulan ayak parmağını kendi elleri ile koparan adama kadar sertliğin pek eksik olmadığı bir film bu. Bu bir parça fazla doğrudanlık bazı seyircileri rahatsız edebilir kuşkusuz; yönetmenin sertliği göstermekten sakınmamasının nedenlerinden birini filmin milliyetçi havası olarak gösterebiliriz sanırım. Koreli polis şefi ile aralarında sert bir rekabet olan Japon polisin abartılı bir sertlik ve kötülükle çizilmiş olmasının da göstergesi olduğu bu hava hikâyeye bir parça zarar veriyor kuşkusuz ve filmin yaratıcılarının kolay olanı seçtiğini gösteriyor bize. Japonya’nın Kore’yi işgal ettiği dönemdeki zalim uygulamaları tarihî bir gerçek ama filmin bir Japon karakteri yüzeysel bir şekilde çizilmiş bir sadistlikle göstermesi sanatsal açıdan filme herhangi bir katkı sağlamadığı gibi bir sanat eserinin sahip olması gereken tarafsız gerçekçiliğine zarar veriyor.
Japon ve Koreli polis şefleri arasındaki istihbaratla ilgili güç kavgaları veya antikacı kılığındaki direnişçi ile Koreli polis şefi arasındaki karşılıklı oyunlar ve bir karakterin ağzından duyduğumuz “Bilinmeyen bir düşmanla savaşmak basit bir iş değil” cümlesinin karşılığı olan düşmanın kimliği ile ilgili tedirginlik havası ortalığın casus ve muhbir kaynadığı bir ülkede geçen bu hikâyeyi kesinlikle seyre değer kılıyor. Yönetmen Jee-woon Kim’in bir dönem hikâyesini anlatırken klasik casusluk filmlerine göz kırpan bir dil ve hikâye seçmesinin de filme ciddi bir katkısı olmuş. Hikâyenin -eğer dikkatli seyredilmezse- seyirci için bir parça karışık görünebilecek olması ise aslında anlatılanla hayli uyumlu; çünkü gerçekten de karakterlerin kendisi için de kimin hangi tarafta olduğu zaman zaman kafalarını karıştıran bir konu.
Sesler, bakışlar ve etkileyici kamera kullanımı ile dikkat çeken iki sahnesi ile (hareket halindeki trenin yemek vagonundaki çatışma sahnesi ve Seul istasyonundaki çatışma bölümleri) Jee-woon Kim’in aksiyondaki ustalığını sergilediği filmde set tasarımları ve kostümler eserin bir dönem filmi olarak sınavı parlak notlarla geçtiğini gösteriyor bize. Ji-yong Kim’in görüntüleri de özellikle dış mekanlardaki gece çekimlerinde hayli etkileyici görüntüler yaratmış ve filme tedirgin bir şıklık katmış. Mowg’un orijinal müziğinin yanısıra film kimi klasik eserlerden de yararlanmış ve örneğin Ravel’in Bolero’sunu -filme ilham kaynağı olan ve 1923’te gerçekleşen- bir bombalamayı anlatırken kullanmış. Kang-ho Song ve Yoo Gong başta olmak üzere başarılı performansların sergilendiği filmde kadın direnişçiyi oynayan Ji-min Han senaryonun da etkisi ile bir parçada geride kalmış diğer oyunculardan. Zaman zaman stilize bir havaya bürünen ama bunu dozunda tutan film, hemen hiç aksamadan işleyen temposu ile -uzun süresine rağmen- keyifle izlenen ve belki sinema değerinden çok kaliteli aksiyonu ile önemli olan bir Güney Kore filmi özet olarak.
(“The Age of Shadows” – “Karanlık Görev”)