Mission: Impossible – Fallout – Christopher McQuarrie (2018)

“Önce büyük bir acı olmadan, huzur olmaz. Acı ne kadar büyük olursa, huzur da o kadar büyük olur. Her zaman korktuğunuz o son geliyor. Geliyor ve kan sizin ellerinizde olacak”

Büyük bir felaket yaratarak dünyayı “uyandırmak” isteyen bir adamın nükleer planına engel olmaya çalışan ajan Ethan Hunt ve arkadaşlarının hikâyesi.

Amerika televizyonlarında 7 sezon boyunca (1966 – 1973) yayınlanan diziden sinemaya uyarlanan serinin altıncı ve şimdilik son filmi. Televizyonda ilk sezonda Steven Hill’in, diğer tüm sezonlarda ise Peter Graves’in canlandırdığı karaktere beyazperdede hayat veren isim Tom Cruise olmuş. Aksiyon sinemasının uzun ömürlü Hunt karakterinin bu altıncı sinema macerası ticarî aksiyon sinemasının tüm gereklerini fazlası ile yerine getiren, içerdiği teknik ustalıklarla meraklılarını kesinlikle tatmin eden ve aslında sinema açısından pek bir yenilik içermese de dur durak bilmeyen temposu ile nefes almadan seyredilen bir film. Öte yandan uzun süresi, her biri kendi hedefi olan onca farklı karakteri ve epik havası verilmeye çalışılan hikâyesi ile türün çok da meraklısı olmayanlar için yorucu da olabilecek ve fazlası ile ciddi havası yüzünden, türün kendi gerçekliğine bile uymayan sahneleri ile rahatsız da edebilecek bir sinema eseri bu.

Bruce Geller’ın televizyon için yarattığı dizi ve baş karakterinin önceki beş sinema filminin her birini farklı yönetmenler çekmiş: Sırası ile Brian De Palma (1996), John Woo (2000), J. J. Abrams (2006), Brad Bird (2011) ve Christopher McQuarrie (2015). McQuarrie serinin bu altıncı filminin de yönetmenliğini üstlenerek birden fazla Ethan Hunt filmi çeken tek sinemacı olmuş ve senaryosunu da kendisinin yazdığı bu filmde ortaya hem aksiyon meraklılarını hem de gişe geliri ile yapımcılarını tatmin eden bir sonuç çıkarmış. Bir gösteri merkezinin tuvaletinde geçen kavga sahnesinin çekimlerinin dört hafta sürdüğü söylenen ve Tom Cruise’un tehlikeli pek çok sahnesinde dublörsüz oynadığı filmin teknik başarısına olumsuz bir eleştiri getirmek zor. Belki bu açıdan çok yeni teknik gösteriler yok filmde ama daha önce belki de pek çok seyrettiğiniz bu gösteriler yerli yerinde ve ustalıkla kullanılmışlar. Rob Hardy’nin görüntü çalışmasının da katkısı ile “şık ve görkemli” havasını sakin ya da tempolu tüm sahnelerinde koruyan film seyirciyi gösterişi ile etkilemeyi hedefleyen çalışmalardan biri ve -katı aksiyon karşıtları hariç- bunu başarıyor da kuşkusuz. Açılış sahnesinde seyirciyi muhteşem bir manzara görüntüsü önündeki bir mutluluk görüntüsü ile karşılayan ve bu sahneyi etkileyici bir şekilde bir kâbusa dönüştüren film bu güzellik ve dehşeti hep koruyarak anlatıyor hikâyesini ve Paris caddelerinden özellikle de sondaki Keşmir (aslında Yeni Zelanda ve Norveç’te çekilmiş bu Keşmir sahneleri) bölümüne kadar bu ikili cazibe unsurunu hiç ihmal etmiyor. Örneğin Ethan Hunt’ın finaldeki insanüstü çabasını ve savaşını seyrettiğimiz anlarda aksiyona mı yoksa görüntülerin güzelliğine mi bakacağınızı şaşırıyorsunuz bazen.

Onun kadar uzun ömürlü olmayı planladığı Bond fimleri gibi bu serinin filmleri de hikâyelerini şehirden şehire ülkeden ülkeye gezerek anlatıyor. Ethan Hunt’ın bu hikâyesi de Belfast, Berlin, Paris, Londra ve Keşmir’e götürüyor bizi ve kahramanının olağanüstü becerisini nasıl sergilediğine tanık olmamızı istiyor. Bu IMF (Impossible Missions Force – İmkânsız Görevler Kuvveti) ajanı bağlı olduğu organizasyona lâyık bir görevi -yine- başarı ile yerine getirirken film seyirciyi belki kahramanının başarısı ile değil ama iki farklı sahnedeki oyunu ile şaşırtmayı başarıyor ve o sahnelerin kötü karakterleri gibi bizi de aldatıyor eğlenceli bir şekilde. Lalo Schifrin’in televizyon dizisi için hazırladığı ve artık bir kült olan müziğinin de kullanıldığı ve dizinin çekici jeneriğinin tarzını da tekrarlayarak yeniden yaratan filmin kahramanını sadece bir aksiyon karakteri olmaktan çıkarıp, duyguları ve travmaları da olan bir birey olarak resmetmesi de filmin artılarından biri kesinlikle ama bu çok da yeni bir tercih değil elbette; pespaye örnekler dışında günümüzde tüm aksiyon hikâyeleri karakterlerini “insan” kılmaya ve böylelikle daha derin bir görünüm kazanmaya çalışıyor sonuçta. Serinin önceki filmlerini görmüş olmanın bu bağlamda bir önem taşıdığı açık ama film -elbette- bu konuda bir eksiklik hissetmemeniz için tüm önlemleri alıyor ve gerekli açıklamaları hikâyenin doğru yerlerine yerleştiriyor.

Film başta CIA olmak üzere devlet kurumlarını ve devletlerin kendisini eleştirisinin kapsamına alıyor sık sık ve hatta bunu ana konularından biri de yapıyor. Ne var ki bu da -kimi eleştirmenlerin filme düzdüğü övgünün gerekçesi olsa da- çok da yeni bir tutum değil elbette. Sonuçta IMF de bir devlet güvenlik örgütü ve ne ABD ne de dünyanın geri kalanı onun örneğin CIA’den daha dürüst, güvenilir ve âdil olması gerektirecek bir toplumsal ve politik düzene sahip. Erhan Hunt sık sık James Bond ile karşılaştırılan bir karakter ama özellikle eski Bond filmleri düşünüldüğünde Hunt’ın mizah duygusunun eksikliğini yaşadığı açık. Hikâyenin bu yanı Benji karakteri ile giderilmeye çalışılmış ama onun kaynağı olduğu mizah hemen hiç öne çıkarılmadığı için film gereğinden fazla ciddi duruyor. Bu da önemli bir kusur; önemli çünkü aksiyon sahnelerinin hemen tümünde önemli bir olanaksızlık problemi var. Helikopterli kovalamaca bölümü eski dönemden bir Bond filminde olsaydı örneğin kahramanımız bir mizah da katardı sahneye ve seyrettiğimizin gerçek olamayacağını kendisinin de bildiğini ima ederdi bize. Burada ise sıkı bir ciddiyet içinde çekilmiş bu bölüm ve başta bir yarıktan arka arkaya düşen helikopterleri seyrettiğimiz anlar olmak üzere sık sık kendi kendimize “bu kadar da olmaz ki” dememize yol açmış filmin yaratıcıları.

Yukarıda anılan “tuvaletteki kavga” bölümünün en iyi örneklerinden biri olduğu şekilde yumruk yumruğa dövüş sahnelerinin mizanseni ve koreografisi ile dikkat çeken filmde hemen her karakterin kendi planının olması hikâyeye bir yandan çekicilik sağlarken öte yandan hem bir başka gerçekçilik problemi yaratıyor hem de göz boyamaya yönelik olduğu açık yapay bir komplekslik çabasını işaret ediyor bize. Tek bir masum insanın bile zarar görmemesine özen gösteren bir kahramanın yüzlerce insanın hayatını tehlikeye atacak şekilde dış mekanlarda çatışmalara ve kovalamacalara girişmesi saçmalığının tüm aksiyon filmlerinde olduğu gibi burada da karşımıza çıktığı hikâyede Tom Cruise’un en iyimser yorumla “idare eder” bir performans sunmasını ve “tuhaf bir görüntü ile yüz yüze gelen Fransız polis”in kadın olmasının cinsiyetçilik üzerinden üretilen bir mizah olmasını da sorunları arasına eklememiz gereken bir çalışma bu. Ajanların istihbarat örgütlerinin oyuncağından başka bir şey olmadıklarını göstermesini ise takdir etmeli ama filmin aksine buradan ajanlar için bir mağduriyet nedeni çıkarmanın da anlamı yok.

Eddie Hamilton’ın soluk soluğa anlatılan bu hikâyenin temposunu destekleyen kurgu çalışmasının dikkat çektiği filmin seyircinin gözünü boyamak için nasıl hareket edilmesi gerektiğini çok iyi bilenler tarafından yaratıldığı açık (Londra’daki çatılar üzerindeki o takibin anlamı başka nasıl açıklanabilir ki?) şüphesiz ama yine de hız, gürültü ve şıklığın kombinasyonundan oluşanlar için hayli keyifli bir eğlencelik olduğu da inkâr edilemez.

“Görevimiz Tehlike 6: Yansımalar”

(Visited 53 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir